Geçtiğimiz günlerde Hür Asya TV’de yayınlanan “Müzakere Meydanı” programına konuk olan Prof. Dr. Mehmet Altan, Cemil Said Demirdöğmez’in sorularını cevapladı. Gündemi değerlendiren Altan,
“Bakıldığı zaman hepimiz görüyoruz ki, kıymanın fiyatının 300 tl olduğu, pidenin 10 tl olduğu, açlık ve yoksulluk sınırının asgari ücretin kat kat üzerinde seyrettiği, insanların mizah yaptıklarında sabah gözaltına alındığı, yani özgürlük ve refahın ortadan kalktığı ileriye yönelik kimsenin ümidinin kalmadığı bir sürecin içerisindeyiz. Ve bu süreci insanlarımızın seçimde bunları göz ardı etmesi söz konusu değil. Bu cehennemin kapıları kapanacak, sonrasına sonra bakacağız. Ama bu şartlarda hala bu iktidarın sonu gelir mi, bu zulmün bu sıkıntının sonu biter mi bitmez mi diye tartışmanın bence bir manası yok. Çünkü hiç kimse aç kalayım, herkes benim kafama vursun, ileriye yönelik beklentim olmasın, gittikçe fakirleşeyim, sessizleşeyim, ıssız bir ortamda yaşamak mecburiyetinde kalayım diye siyasi iktidara oy vermez” dedi.
Korkunç bir noktaya geldik
Altan şöyle konuştu: “Başka umutlarla oy vermişlerdi insanlar, korkunç bir noktaya geldik. Bir de üstüne deprem felaketi, aslında bu rejimin ve sistemin iskeletini bir kez daha ortaya koydu. 20 yıldır bu anlamda hiçbir şey yapmayan, aynı zamanda oraya yardım götüremeyen, insanların iletişimini yok ederek en azından tutunma umutlarını ortadan kaldıran korkunç bir ortamla rastlaştık. Bu ortam zaten bize durumun vehametini gösteriyor. Rejimin, yapının, sistemin nasıl işlediğini gördük. Hala bu yapının devam etmesini isteyen birileri çıkacağını sanmıyorum. Eğer istiyorsa da o artık kendi meselesi. Bu iktidar gidecek mi, gitmeyecek mi diye bir tereddüde gerek yok. Hepimiz, ülkemize, halkımıza güvendiğimiz vakit, bu kadar baskının, yoksullaşmanın olduğu bir yerde hala beni yoksullaştıran, baskı altında tutanların hala oy alabileceğini sanmak bence güvensizlik. Bu tereddüdün ortadan kalkması ve 14 Mayıs’ta cehennemin kapılarının kapanacağına güvenmemiz lazım.”
Bu dönem gördüklerimizi hiç yaşamadık
“Hiçbir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının kendi kötülüğü için oy kullanacağını düşünmüyorum. Hiçbir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının kendi kötülüğü için oy kullanacağını düşünmüyorum. Bu “acaba” sorusunu ortadan kaldırmak lazım. Bir başkasının olma ihtimali var ise, zaten burayı müşahede altına alırlar. Öncelikle adil bir seçim olmayacağı kesin. Bir partinin genel başkanı aynı zamanda Cumhurbaşkanı. O hiç yasaklardan etkilenmiyor. Ama adil bir seçim olmamasına rağmen halkın talebi galip gelecektir. Halkın refah arayışı galip gelecektir. Halkın özgürlük arayışı galip gelecektir. Bir de tabi ben bunu bir ahlak sorunu olarak görüyorum. Biz şimdi ikimiz yarışacağız, ben sana bir şekilde yarışmayı benim lehime sağlayacak düzenlemeler yapacağım. Bu ayıp bir şeydir. İnsanlar bu durumu içine nasıl sindiriyor bilmiyorum. Yani bu dönem siyasi ahlakın hiç olmadığı bir dönem. Hiç bu akdarına şahit olmamıştık. Önceden bazı bakanlar tarafsız olurdu veya başka şekilde olurdu, sandıkları denetleyecek hakimler birinci sınıf hakimlerdi. Ama şimdi hep bir kurnazlık, hep bir sinsilik, bir siyasi ahlaktan uzaklaşma, ben yarışayım ortaya net bir tavır çıksın yerine, muhakkak ben bir şeyler yapayım da kazanayım, gibi sözler siyasi ahlakın olmadığını gösteriyor. Yani bu dönem gördüklerimizi hiç yaşamadık. Yani hiçbir zaman her şeyin tam yolunda olduğunu görmedik ama bu dönem ki kadar da hiç görmedik.”
Savunma yapılamıyor
“Demokrasiden, hukuktan uzaklaşarak dünya sistemini zehirleyen yapılara karşı, demokrasi cephesinde olanlar savaş açtı. Türkiye bu savaşta demokrasi cephesinde değil. Sen yeryüzünde demokrasi için uğraşacağını söyleyip bunun için çaba harcar gibi görünüp ancak otokrat rejimlerin yanındaysan, kendisi uygulamalarında haktan, hukuktan, anayasadan, vicdandan uzaklaşmışsa demokrasi cephesinin senle ilişkisinin çok parlak ve umut verici bir halde olmaması çok doğal. Onun için de dünya sistemin Türkiye’ye bakışı bir şekilde demokrasiden ve hukuktan uzaklaşmış, ekonominin temel uygulamalarından uzaklaşmış, keyfe keder çürümekte olan bir yapı resmiyle ve görüntüsüyle değerlendiriyorlar burayı. Mesela hukuktan uzaklaşmış derken. 15 temmuz’da çıkan OHAL KHK’larının ben bir tane örneğiyim. Ben de KHK’lıyım. Soruşturma yok. Anayasaya göre YÖK dışında kimse akademisyenleri atamaz. Savunma yapılamıyor. Çok ahlaksız bir OHAL komisyonu var. Mesela bazıları benim KHK’lı olmamın doğru olduğunu söylediler. Ne mahkumiyet var ortada, ne soruşturma var. Neye dayanarak bana ihraç olmamın doğru olduğunu söylersin. Şimdi sen bir ahlaksızlıktan oluşan bir kurum düşünebiliyor musun?”
Anayasayı ihlal ediyorlar
“Aynı zamanda da devletin beni mağdur ederken, suç işlediğine dair ne anayasa kararı var, ne AİHM kararı var. Bu adamlar Türk devletinden maaş alıyorlar. Türk devletinin mağdurları. Belge tahrif ediyorlar, anayasayı dinlemiyorlar. Ayrı olarak da göreve de iade etmiyorlar. Yani birisinin silah çekip, diğerinin dağa kaldırmasının farkı ne bunun. Bu devletin memuru görünen adamların kurduğu bir takım idare mahkemeleri var. Onlar da bunlara onay veriyor. Anayasa mahkemesinin kararının 153. Maddesine göre anayasayı dinlemek mecburidir. Herkes buna uymak durumundadır. Şu an için kısaca insanlara zulmediyorlar. Ve bu zulmü yapan insanlar hala bu devletin çalışanı ve maaş alıyorlar. Anayasayı ihlal ediyorlar ve ona rağmen devletin memurluğunu devam ettiriyorlar. Dünyada hiçbir örneği görülmemiş, ceza kanununda olmayan bir nedenle müebbet isteyen savcı, hala savcılık yapıyor. Türkiye’nin nasıl korkunç bir durumda olduğunu düşünebiliyor musunuz Bu adamları da korkutuyorlar. Ancak korkan adam savcı olmaz, korkan adam hakim olmaz. Her mesleğin bir onuru ve şerefi var. Korkuyorsan bu işlere bulaşmayacaksın.”
Böyle bir yargı olur mu?
“Meslek ahlakından uzaklaşmış birisinin o mesleği icra etmemesi lazım. Bu tür baskılara boyun eğenlerin o tür yerlerde olmaması lazım. Yani öyle adamlar var ki, biliyor ki o yaptığı işin verdiği kararın anayasa ve hukukla alakası yok, ahlakla ve vicdanla yok böyle karar veriyor. Ben çok merak ediyorum bunlar nasıl adamlar. Ve nereden ürediler? Mesele beni hiç tanımayan adam, anayasayı uygulamayıp neden içerde tutuyor? Anlaşılır gibi değil. Anayasa ona emrediyor, benim suçsuz olduğumu biliyor ama ona rağmen bana eziyet ediyor, bana zulmediyor. Bu adamlar, bu kararı veren adamlar eziyet etmek için hem maaş, hem makam alıyorlar. Böyle bir anayasal devlet olur mu? Böyle bir yargı olur mu? Yargının işi hukuku savunmak iken, tam tersine hukuku boğuyor. Hukuku savunmak için oluşmuş bir sistem hukuku boğarsa ve bunun için onu yapanlar terfi alırsa, bunun için para almaya devam ederse işin içinden çıkılmaz bir hal alırız aynen bugünkü gibi. 15 temmuzla ilgili gözden kaçmaması gereken bir husus, eskiden hukuku ihlal eden yargı mensuplarının sicili bozulurdu. Şimdi sicil bozmuyorlar. Yani sen suç işle ben senin sicilinin bozmayacağım, anayasayı ihlal edeni bakan yapacağım diyen bir siyasal iktidar, devleti imha ediyor demektir.”
https://www.yeniasya.com.tr/gundem/tereddude-gerek-yok_580548