İLMÎ HAKİKATLER, GERÇEKLER... EDEBÎ ESERLER, HABER VE GÖRÜŞLER...
MAVERADA CİNLER ÂLEMİ
T. FİKRET AKTAN
İnsanlık tarihi ile başlayıp günümüze kadar gelen ve kıyamete kadar da devam edecek olan cinlerin varlığı ve etkileri bütün medeniyetlerde gündemi meşgul etmiştir. Peki, nedir bu cin denilen olgu? Gerçekten var mıdır böyle bir varlık? Bu yazı dizimizde işte böyle bir varlığın mevcudiyeti, mahiyeti ve özellikleri, yaşayışları ve daha sonra da insanlar üzerinde etkileri, tılsım, sihir, büyü gibi faaliyetlerde rolü ve etki alanları ile birlikte, definelerle bağlantılarını da inceleyip sizlerle paylaşacağız. Bu konuda çalışma bizden, muvaffakıyet Allahtan'dır.
TANIMI VE VARLIĞI:
Cin'in kelime anlamı "örtmek, örtünmek, gizli kalmak" demektir. Terim olarak ise, "duyu organlarıyla algılanılmayan, şuur ve irade sahibi, ilahi emirlere uymakla yükümlü, mü'min ve kâfir gruplarından oluşan varlık" demektir.
Buna göre Cin, beden yapısı gözle görülmeyen, duyu organlarıyla hissedilmeyen, fizik ötesi yaratılmış manevi bir varlıktır. İnsan yaratıl madan önce, Allah tarafından melek ler âleminde yaratılmıştır.
Bütün semavi dinlerde cinin varlığına inanılmakta Tevrat ve İncil'de çokça zikredilmektedir.
Kur'an-ı kerimde de otuzdan fazla yerde cinin varlığı anılmakta ve aynı adı taşıyan bir de sûre bulunmaktadır. Dolayısıyla cinlerin varlığı Kur';an-ı Kerim ve diğer semavi kitaplarca da kabul edilmek tedir. Kaldı ki insanlık tarihi cinlere inanan ve onlarla haşir-neşir olan pek çok uygarlıklarla doludur. Cahi liye döneminde Sabiiler, Süryaniler, Eski Yunan ve Romalılar cinleri ilah derecesine çıkarmış ve dev, peri, şeytan adlarıyla da andıkları bu varlıklara tapınmışlardır, bunlarla sihir ve tılsım yapmışlardır.
"Azâim" ve "Havass" denilen bir takım ilimler ortaya çıkarmışlardır. Biz işin gerçek yönünü ele alıp, İslâm kaynaklarına göre Cinleri inceleyelim.
MAHİYETİ:
Kur'an-ı Kerimde cinlerin , "Cinleri halis ateşten yarattı. "(Rahman 15) " Cinleri de daha önce zehirli ateşten yaratmıştık."(Hicr 27) ayetleriyle ateşten yaratıldığı ifade edilmektedir. Anlaşılıyor ki cinler ateşin alevli yerinden yaratılmıştır. Ateşten yaratılan bir başka varlık daha biliyoruz: Şeytan. "...ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise bir çamur parçasından!" (Araf, 12, Sad,76). Deyip gururlanarak Allah'a isyan eden ve rahmetinden kovulan şeytan da ateşten yaratılmıştır. O da cinler topluluğundan bir varlıktı. Şeytanın bir adı da "İblis'tir. Kur';an-ı Kerim de bunu açıkça görmekteyiz: "..ancak İblis secde etmedi, o (yaratılış bakımından) cinlerdendi, Rabbinin emrini terk etti." (Kehf, 50). Anlıyoruz ki Cinler ve şeytanlar aynı grubu oluşturan ruhani varlıklardır. Aralarındaki fark şeytanların, insanlara olan kin ve düşmanlıklarının daimi ve de Allaha isyanlarının baki olmasıdır. Cinlerin ise Allaha asi olanları olduğu gibi, insanlar misali, mü'min ve itaatkâr olanları da vardır. Bu bakımdan Cinler de, İslâm dini açısından iki kısımda incelenirler: Mümin olanlar, kâfir olanlar. İnsanlar gibi cinler de, Peygamberimize ve ondan önce kilere iman ve Allah'a ibadet etmekle yükümlüdür. Çünkü onlara da peygamberler gönderilmiştir. Nitekim Kur'an-ı Kerîm bu hususları açıka bildirmektedir. Şöyle ki:
Enam Suresi, 130. Ayette "Ey cin ve insan topluluğu, size ayetlerimizi anlatan ve bu gününüzün geleceğini haber veren peygamberler gelmedi mi?" Onlar: "Ey Rabbimiz, biz kendi aleyhimize şahitlik ederiz." diyecekler. Dünya hayatı onları aldattı da kendi aleyhlerine kâfir olduklarına şahitlik ettiler."
Hacc Suresi, 75. Ayette de: "Allah hem meleklerden peygam berler süzüp seçer, hem de insanlardan. Şüphesiz Allah her şeyi işiten, her şeyi görendir."
Zariyat Suresi 56. Ayette ise "Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." İfadeleri yer almaktadır. Binaenaleyh ona iman eden, müminler grubuna dâhil olur; müminlerle birlikte Cennet'e girer. Ona iman etmeyenler ise şeytanlarla beraber olur; Cehennem'i boylar. Bu husus da Kur'an-ı Kerimde şöyle bildiril mektedir:
"Hani cinlerden bir gurubu, Kur'an'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Kur'an'ı dinlemeye hazır olunca (birbirlerine) "Susun" demişler, Kur'an'ın okunması bitince uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi. Ey kavmimiz! Dediler, doğrusu biz Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekini doğrulayan, hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik. Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine uyun. Ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı kısmen bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun."(Ahkaf, 29-31) .
Doğrusu biz, o hidayeti işitince ona iman ettik. Kim Rabbine iman ederse, artık ne bir eksikliğe uğratılmasından ne de haksızlık edilmesinden korkar. İçimizde, teslimiyet gösterenler (Müslüman olanlar) de var, hak yoldan sapanlar (kâfir olanlar) da var. Teslimiyet gösteren kimseler, doğru yolu arayanlardır. Hak yoldan sapanlara gelince, onlar cehenneme odun olmuşlardır." (Cinn, 13-15).
Cin Sûresinin ilk âyetleri de şöyledir:
(Ey Muhammed!) De ki: "Bana cinlerden bir topluluğun (Kur'an'ı) dinleyip şöyle dedikleri vahyedildi: "Şüphesiz biz doğruya ileten hayranlık verici bir Kur'an dinledik de ona inandık. Artık Rabbimize hiç kimseyi asla ortak koşmayacağız." (Cinn, 1-2).
CİNN Sûresinin ilk âyetleri
Bütün bunlardan sonra cinlerin varlığı üzerinde fazlaca söz söylemeye bilmem ki gerek var mı?
Saffat Suresi İlgili Ayetler:
ÖZELLİKLERİ:
Zamanımızın değerli âlimlerinden Muhterem M. Fethullah Gülen, Prizma adlı kitabının Aktüel bölümünde, cinler hakkında şu çarpıcı bilgileri veriyor: "Cinler, şua ve enerji gibi varlık olduklarından, vücudun her tarafına nüfuz edebilme kabiliyetini haizdirler. Aslı cin olan şeytan için, Efendimiz (sav): "O, kanın damarlarda dolaştığı gibi, insan vücudunda dolaşır" buyurmaktadır. Bu hadisten anlaşıldığı gibi cinler, vücudun en iç organlarına kadar nüfuz edebilir ve orada bir kısım hastalıklara sebep ya da o hastalıklara engel olabilirler. Ancak onların, bu özelliklerinden istifade etme niyetiyle tedavi vb. hususlarda kullanılması, -o mevzudaki metod ve kıstasları kendi dünyalarına ait olacağından- çok defa tehlikeli olabilir.
Cinler, Kur'ân'da bildirildiği üzere, "Levh-i Mahv ve İsbat"ta olan şeylere muttali olmaya çalışır; oradan gözlerine ilişen bilgileri alır ve daha sonra da onları kendi hesaplarına değerlendirebilirler. Bazen, böyle hırsızlık sonucu elde ettikleri şeyleri, kendilerine açık insanların kulaklarına fısıldar; Efendimiz'in ifadesiyle "gır gır" eder ve çoklarını baştan çıkarırlar; zira bu bilgilerin %99'u kendi kattıkları yalanlarla doludur. Evet, belki bunlardan %1'i doğru çıkabilir; işte bu, diğer yalanlara referans olur... Kur'ân-ı Kerim'de cinlerin bu durumunu anlatan birçok âyet vardır. Şimdi onların birkaçının icmâlî mealini zikredelim: "Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve seyredenler için onu süsledik. Onları, taşlanmış her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı eden müstesnadır. Onun da peşine açık bir alev sütunu düşmüştür." (Hicr/16-18), "Biz yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik. Ve itaat dışına çıkan her şeytandan koruduk. Onlar, artık mele-i âlâ'ya (yüce topluluğa) kulak veremezler. Her taraftan taşlanırlar. Kovulup atılırlar. Ve onlar için sürekli bir azap vardır. Ancak (meleklerin konuşmalarından) bir söz kapan olursa, onu da her şeyi delip geçen bir parlak ışık takip eder." (Saffat/6-10)
"Bütün bu özellikleriyle cinler, insanları her zaman saptırmaya, aldatmaya.. açıktırlar. Nitekim tarihe baktığımızda, cinlerin getirdikleri haberleri bir şantaj olarak kullanıp insanların farklı yorumlara girme lerini sağlamaktan tutun da, bir virüs gibi, insanların en hassas organlarına kadar girip cinnetlerine sebep olma ya kadar birçok vak'aya şahit oluruz. Evet, onlar, her vesileyle insanları aldatmaya çalışmışlar; neticede de dinî duygu, dinî düşüncelerini alt-üst edip onları saptırmışlardır. Ondan öte, bu insanların kendilerini kendilerine farklı göstererek, yer yer müceddid, mehdi, mev'ud İsa.. gibi iddialarda bulunmaya sevketmiş; onlarla beraber pek çoklarını da baştan çıkarmışlardır. Bu bakımdan her halükârda onların bu aldatma ve saptırmalarından Allah'a sığınılmalı ve gaybdan verecekleri haberlere de asla itibar edilmemelidir." (fgülen. com/eserleri/ prizma-aktüel).
ÖZELLİKLERİ:
Cinlerin özelliklerini, yaradılışları gereği insanlardan ayrı düşünmek ve bunları kısaca maddeler halinde şöylece belirtmek mümkündür:
1. Ateşten yaratılmışlardır.
2. Duyu organlarıyla algılana mayan ruhanî varlıklardır.
3. Çeşitli şekillere girebilirler, (insan, yılan, kedi, köpek, inek gibi) hatta insanların içlerine ve çeşitli hayvanlara sızabilirler. Işınsal varlıklar olduğundan, çok hızlı hareket edebilirler. Ağır ve zor işleri kolayca yapabilirler.
4. Cinler de insanlar gibi ilahi emirlere itaat etmekle mükelleftirler. Zira Kur'an-ı Kerîmde "Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zariyat 56) buyrularak, cinlerin de kulluk etmekle yükümlü olduğu açıkça ifade edilmiştir.
5. Hz. Peygamberin peygam berliği cinleri de kapsamaktadır. Bunun için Rasülullah (s.a.v.) İslâmı cinlere de anlatmıştır.
6. Cinlerin bazıları müslüman olsa da ekserisi kâfirdir. Mümin olanları cennete, kâfir olanları da cehenneme girecektir.
7. Cinler Gaybı yani geleceği ve gelecekte olacakları bilemezler. Ancak uzun süre yaşadıkları için insanların bilemedikleri bazı geçmiş olayları ve saklı bilgileri bilme imkânları vardır. Bu durum onların insanlardan daha üstün olduklarını ifade etmez. Sebe' Sûresinin 14. Ayetinde "Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun ölümünü onlara ancak değneğini yemekte olan bir kurt gösterdi. Süleyman'ın cesedi yıkılınca cinler anladılar ki, eğer Gaybı bilmiş olsalardı aşağılayıcı azap içinde kalmamış olacaklardı." Diyerek, bir insanın ölümünü dahi uzun süre de bile anlayamayan bir varlığın gaybı hiç bilemeyeceğini açıkça bildirmektedir.
8. Cinlerin ömrü insanlara göre çok uzundur.
9. Cinler, bazı durumlarda insanlara zarar verseler de - ki bazen mikrop gibi çok basit varlıklar da insana zarar verebilmektedir- Müslüman kimsenin bunlardan korkmaması ve bunların şerlerinden Allah'a sığınması gerekir.
Zira Peygamber efendimizden sonra bunların Müslümanlar üzerin de etkileri kalmamıştır. İnsanın bunlardan çok üstün olduğuna gönülden inanması lazımdır. Ayrıca bunların tuzağına düşmemek veya düşen kimsenin de onun şerrinden kurtulması için Hz. Peygamber (s.a.v)in tavsiye ettiği gibi Ayet-el- Kürsi ile Nas ve Felak surelerinin okunması zırh ve kalkan vazifesi görecektir.
Cinler, şeytanlarla birlikte insanları kötülüklere sevk etmek ve onları yoldan çıkarmak için işbirliği halindedirler. Zihinlere ve kalplere bunların güzelliklerini fısıldarlar. Kur'an-ı Kerimde bu konu şöyle haber verilir:
"Aldatmak için birbirlerine cazip sözler fısıldayan cin ve insan şeytanlarını her peygambere (ve ümmetine) düşman yaptık. Bu şeytanlar ahirete inanmayanların kalplerinin o sözlere yönelmesi ve ondan hoşlanması için, bir de işledikleri suçlarını işlemeye devam etsinler diye böyle yaparlar. Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı, sen onları düzmekte oldukları iftiraları ile baş başa bırak." (En'am Suresi 112-113). Öyleyse kulağa ve gönlümüze gelen fısıltı ve sözlere çok dikkat etmeli, bunların Rahmanî mi, şeytanî mi olduğunu ayırmaya çalışmalıyız.
YAŞAYIŞLARI:
Kaynakların bildirdiğine göre Cinler de tıpkı insanlar gibi yerler içerler, evlenirler ve çoğalırlar, erkeklik ve dişilikleri vardır, doğar büyür ve ölürler.
Yaşadıkları yerlere gelince, cinler dünyanın çeşitli yerlerinde, özellikle dağlık yerlerde, harabelerde, denizlerde, çöllerde, mezarlıklarda ve çöplüklerde yaşarlar. Helâ ve banyoların da cinlerin mekânı olduğu bildirilmektedir. Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Resulullah (sav) buyurmuştur ki: "Şu kenefler, (cin ve şeytanların) hazır bulundukları yerlerdir. Öyleyse biriniz helâya girince: "Eûzü billâhi mine'l-hubsi ve'l'habais" (Pislikten ve(cin ve şeytan gibi) kötü yaratıklardan Allah'a sığınırım) desin." Ebu Davud, Taharet, 3)
Yiyip içtikleri şeyler ise ihtilaflıdır. Bir kısım kaynaklar, cinlerin yemek kokularıyla veya yemek artıklarıyla, kemik ve hayvan dışkılarıyla beslendiklerini belirtirler. Kabul edilen görüşe göre ise kendilerine özgü gıdalarla ve tarzda beslenirler.
Hadis ravilerinden Alkame (R.A.)in naklettiği bir Hadis-i Şerife göre, "Cinler, Resûlullah'a (S.A.V.) yiyeceklerini sormuşlar. O da: "Elinize geçen, üzerine Allah'ın ismi zikredilmiş her kemik, olabildiği kadar bol etli olarak sizindir. Her deve ve at mayısı da hayvanlarınızın yemidir" buyurmuşlar. Sonra Resulullah (S.A.V.) bize şu tenbihte bulundu: "Sakın bu iki şeyle (kemik ve kuru hayvan mayısı) abdest bozduktan sonra istinca etmeyin, çünkü onlar (cinni olan) din kardeşlerinizin yiyecekleridir." Müslim, Salât 150 (450); Tirmizi, Tefsir, Ahkaf, (3254); Ebu Davud, Taharet 42, (85).
"Havass" ve "azâim" türünden bazı metinlerin okunmasıyla cinler den faydalanma girişiminde bulunulmasına huddâmcılık, bu işte kullanılan cinlere de huddâm denir.
Cinlerin insanlarla temasları göz önüne alınarak bu gibi yerlerde dolaşırken her halde dikkatli olunması ve manevi tedbirlere başvurup bunlardan gelecek olumsuz etkilere karşı önlem alınması tavsiye edilir.
CİN VE İNSANLAR
TFA
İlâhiyatçı
( 2 )
CİN VE İNSANLAR
Cin, Tılsım, Sihir ve Büyü sözcükleri birbirleriyle yakından alâkalı, hatta iç içe olan kavramlardır. Her biri, insanların zihnini ve hayatını devamlı meşgul etmiş ve bunlar, neredeyse, hayatın bir parçası haline getirilmiştir. Peki, bunların ne olduğunu ve insanı nerelere götürdüğünü ya da götürmek istediğini biliyor muyuz? O zaman, gelin bunları birer birer, birazcık yakından inceleyelim.
CİNLERLE İNSANLARIN İLİŞKİSİ
CİN: Konumuzu ilgilendiren asıl varlık. Varlığı konusunu daha önce incelemiştik. Ancak onu daha yakından tanımak için kapıyı biraz daha aralayıp içeriye girmemizde fayda vardır sanırım. Bu sebeple Kur'an-ı Kerim'in ışığı ile projektörümüzü ona yöneltecek ve konuyu bu açıdan ele alıp aydınlatmaya çalışacağız.
Tanımına bir göz attığımızda, cinler, "Gözle görülemeyen, duyu organları ile hissedilemeyen, insandan önce dumansız ateşten, yaratılmış, şuur ve irade sahibi, mükellef varlıklar" olduğunu görürüz. Ayrıca, cinler, erkeklik ve dişilikleri olan, üreyip çoğalan, ölümlü, mümin ve kâfir grupları olan, uzun ömürlü, çeşitli kılıklara girebilen, hızlı hareket etme kabiliyetleri bulunan ruhani varlıklardır. Bu sebeple, cinler, kendilerinden olan kişilerce bazı iş ve hizmelerde kullanılırlar. Yeri geldiğinde bunların neler olduğunu göreceğiz.
Şimdilik şu kadarını belirtelim ki Cinler, Şeytanla aynı taifeden olup, bunların şeytana tabi olanları, onunla birlikte işbirliği ederek insanları Allah'ın yolundan saptırma hususunda ortak hareket etmektedirler. Kur'an-ı Kerimde bu iş birliği şöyle bildirilir:
" Allah, hepsini toplayacağı gün, "Ey cin topluluğu! İnsanların çoğunu yoldan çıkardınız" der, insanlardan onlara uymuş olanlar, "Rabbimiz! Bir kısmımız bir kısmımızdan faydalandık ve bize tayin ettiğin sürenin sonuna ulaştık" derler" (En'am/128). Çünkü onlar, insanların, başlangıçtan kıyamete kadar, en büyük düşmanıdır. Kendileriyle birlikte hareket eden insanları da, kendilerine alet etmektedirler. Hatta Peygamberlere bile musallat olanları vardır. Kur'an-ı Kerim bunu açıkça belirttiği gibi, Hz Peygamber (a.s.) da sözleriyle bu hususu haber vermiştir. Her insana bir cin ve şeytan tahsis edildiğini ifade eden deliller şunlardır:
"Aldatmak için birbirlerine cazip sözler fısıldayan cin ve insan şeytanlarını her peygambere düşman yaptık"(En'am Sûresi, 112). Yani insana öyle çekici imalar ve işaretlerle öyle süslü, yaldızlı sözler telkin ederler ki bunların özüne inmeyip, sadece kabuğundaki süsüne bakanlar, nereden ve nasıl geldiğini düşünemez, bunlara aldanır ve onların şeytanlıklarına vurulurlar. Pişmanlıklar ayyuka çıkar. Ama çoğu zaman iş işten geçmiş olur. Yalnız, peygamberler Allahın koruması altındadırlar.
Hz. Peygamber (a.s.) bir sohbet anında kendisine sorulan soru üzerine: "Her insanın yanında bir şeytan vardır" buyurmuştu. "Senin de mi ey Allah'ın elçisi?" diye sorulduğunda: "Evet, fakat Rabbim ona karşı bana yardım etti de, o da bana teslim oldu" cevabını vermiştir (Müslim, 11; Hanbel. Müsned, VI, 115).
CİNLER ZARAR VERE BİLİR Mİ?
Şunu iyi bilmek gerekir ki Cinler, "şeytana uyanlar"dan ise, onlar, insana her taraftan sokularak zarar verebilir. Onların zararı genellikle vesvese ve fısıldama şeklinde olur. Yoksa Allah'ın izni olmadıkça onlar hiç kimseye, hiçbir zarar veremezler. Allah, bunu teminat altına almıştır. Cin Sûresi 6. Ayetinde:
"Doğrusu insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazılarına sığınırlardı da, cinler onların taşkınlıklarını artırırlardı." Buyrulması, cinlere ve şeytanlara uyanların durumunu bildirmektedir. Fussilet Sûresi'nin 25. Ayetin de de yine buna işaret edilmektedir. Şöyle ki:
"Biz onların başına bir takım arkadaşlar (cin ve şeytanları) sardık da bu arkadaşlar onlara geçmişlerini ve geleceklerini süslü gösterdiler. Böylece kendilerinden önce gelip geçmiş olan cin ve insan toplulukları ile ilgili o söz (azap etme sözü), onlar için de gerçekleşti. Çünkü onlar ziyana uğrayanlardı."
Demek ki şeytana ve cinlere uyanlar, kendi öz benliklerini bırakıp başka bir çehreye bürünüyorlar ve insanlıktan çıkıyorlar. Yaptıkları işler de hep sinsice, haince ve şeytanca oluyor. Çevrenize bakınca bunları bol bol görmeniz mümkündür. Arkadaşlarımızı seçerken buna neden özen göstermemiz gerektiğini bu ayetler bize açıkça haber vermektedir.
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: " .. Hâlbuki Allah'ın izni olmadıkça onunla hiç bir kimseye zarar verecek değillerdir. Onlar ise kendilerini hem zarara sokacak, hem de kendisine fayda vermeyecek şeyleri öğreniyorlardı. Onlar muhakkak biliyorlardı ki onu (yaptıkları şeyi) satın alan (ona bir ücret ve değer veren) kimsenin ahiretten hiç bir nasibi yoktur. Onlar, kendilerini cidden ne kötü bir şey mukabilinde satmış olduklarını, keşke bilmiş olsalardı. Şayet onlar iman edip bu tür şeytanlıklardan sakınmış olsalardı, Allah katından kendilerine verilecek mükâfatlar elbette haklarında daha hayırlı olurdu. Keşke bilselerdi." (Bakara Sûresi 102-103) Yani, iman edip tövbe etselerdi ve Allah'tan sakınsalardı, Allah onları elbette bağışlar ve Rahmet hazinesinden onlara, istediklerini de, bol bol ihsan ederdi. Ama ne yazık ki akıllarını başlarına almıyorlar.
Bu konuda Kur'an-ı Kerim, inananları açık bir dille uyarıyor ve şöyle bir tavsiyede bulunuyor: "Kur'àn okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın. Doğrusu şeytanın, inananlar ve yalnız Rablerine güvenenler üzerinde bir nüfuzu, (yaptırım gücü) yoktur. Onun nüfuzu sadece, onu dost edinenler ve Allah'a ortak koşanlar üzerindedir." (Nahl Sûresi 98-100)
Nahl Sûresi'nin ilgili âyetleri
فَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ ﴿٩٨﴾ اِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ ﴿٩٩﴾ اِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِه۪ مُشْرِكُونَ۟ ﴿١٠٠﴾
Allah'ın hâlis kullarına tesir edemeyeceğini, şeytan, bizzat kendisi de itiraf etmiştir. "İblis dedi ki: "Ya Rabbi, beni azdırmana karşılık yemin ederim ki ben de dünyada onlara günahları süsleyeceğim ve ancak senin halis (sana samimiyetle bağlı) kulların müstesna, onların hepsini azdıracağım. Allah buyurdu ki: Bu, seçkin kullarımın tuttuğu yol; işte benim gözettiğim dosdoğru yoldur. Şüphesiz benim o seçkin kullarım üzerinde senin hiçbir nüfuzun yoktur, ancak senin peşine takılmış şaşkın azgınlar başka."(Hıcr Sûresi 39-42) .
Şeytanın ifadesinden ve Cenab-ı Hakk'ın vadinden, açıkça anlaşılıyor ki o şeytanlar, Allaha samimiyetle bağlı halis kullara tesir edemeyecek ve zarar veremeyeceklerdir. İnsan bunun bilincinde olmalı ve yaşantısını da ona göre düzenlemelidir.
Hicr Sûresi'nin ilgili âyetleri:
قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ ﴿٣٩﴾ اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ ﴿٤٠﴾ قَالَ هٰذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَق۪يمٌ ﴿٤١﴾ اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ اِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ ﴿٤٢﴾
İbnu Abbas'dan (R.a.) rivayet edilen bir Hadis-i Şerifte şöyle naklediyor:
"Cinler semaya yükselip, orada vahyi dinliyorlardı. Bir tek kelime işitince, ona doksan dokuz tane de (kendilerinden) ilave ediyorlardı. O tek kelime hak, ilave edilenler batıldı. Rasulullah (sav) gönderilince, semadaki yerlerine yükselmeleri şihablarla (gök taşları) önlendi. Bundan önce gökte şihablar (bu kadar çok) atılmazdı. İblis onlara: "Nedir bu? Herhalde mühim bir hadise var!" dedi. Askerlerini gönderdi. Onlar Rasulullah (sav)'ı Mekke'de iki dağın arasında namaz kılıyor buldular, İblis'e tekrar dönüp gördüklerini haber verdiler. O da: "Arzda meydana gelen hadise işte bu! (Sizin semadan haber almanız bu sebeple engelleniyor)" dedi.. Tirmizi, Tefsir, Cin (3321)
ŞEYTANLAR VE CİNLER KİMLERE MUSALLAT OLUR?
Şeytan ve Cinler, yukarıda da belirtildiği gibi gerçek imanı yakalamış ihlâs sahiplerine zarar veremezler ama onları meşgul etmekten de geri durmazlar. Şeytanlar ve cinler, daha ziyade ruhi bir çöküntü içinde bulunan, öz güvenini yitirmiş ve nefsinin esiri olmuş kimselere musallat olur ki başlıca göstergeleri şunlardır: Zayıflık, ümitsizlik, şımarıklık, aşırı sevinç, kendini beğenmişlik, yersiz övünme, zulüm, azgınlık, nankörlük, acelecilik, başıboşluk, serserilik, cimrilik, aç gözlülük, hırs, münakaşa, gösteriş, şüphe, kararsızlık, cehalet, gaflet, kin ve düşmanlıkta katılık, aldatma, yalan, iddia, sabırsızlık, şikâyet ve yakınma, infak etmeme, isyan kârlık, inatçılık, tahakküm, haddi aşma, mala düşkünlük ve dünyaya dört elle sarılma.
Küçük de olsa bu tür davranışlar birer manevî hastalık olup, insanın ilk fırsatta bunlardan kurtulması ve özüne dönmesi, hem hayatta hem de ebedi âlemde saadetine vesile olacaktır. Aksi halde, yukarıdaki ayetlerde belirtilen akıbetler kaçınılmaz olacaktır. Kişi, tercihinde serbesttir.
İnsanla cin arasındaki bir ilişki, büyük bir sahabe tarafından bizlere naklediliyor. Bu sahabe, bizim "Eyüp Sultan" olarak tanıdığımız, Hicret esnasında Peygamber efendimizi (sav) evinde altı ay misafir eden ve Bizans kuşatmasında şehit olup da halen İstanbul'da medfun bulunan (Eyüp Sultan) Ebu Eyyüb el Ensari'dir (R.a.). Başından geçen olay şöyle anlatılır:
"Ravinin bir hücresi vardı ve içinde hurma bulunuyordu. Buraya bir gulyabani (cin) dadanmış gelip hurmadan alıyordu. Bu durumu Rasulullah (sav)a, açtı. Rasulullah (sav) kendisine: "Git, tekrar görecek olursan "Allah'ın adıyla, Rasulullah (sav)'a icabet et" dersin" buyurdu. Ebu Eyyub der ki: (Bekledim, tekrar gelince) yakaladım. Ancak, bir daha gelmeyeceğine dair yemin etti, ben de salıverdim. Sonra Rasulullah'la (sav) karşılaş tığımda Rasulullah (sav): "Esirin ne oldu?" diye sordu. Ben: "Bir daha gelmeyeceğine dair yemin etti (ben de bıraktım)" dedim. Rasulullah (sav): "O yalan söylemiş, o yalana alışkındır" buyurdu. Ebu Eyyüb, bir başka sefer yine geldiğini, yakalayınca gelmeyeceğine dair yine yemin ettiğini, yemini üzerine salıverdiğini anlatır. Rasulullah (sav) tekrar: "Esirin ne oldu?" diye sorar. "Gelmeyeceğine dair yemin edince bıraktım" der. Rasulullah (sav): "Yalan söyle miş, o zaten yalana alışkındır" buyurur. Ebu Eyyub (ra) üçüncü sefer yine yakalar ve: "Bu sefer seni bırakmayacağım, mutlaka Rasulullah (sav)'a kadar götüreceğim" der. Bunun üzerine cin: "(Dinle beni) sana mühim bir şey hatırlatacağım: Ayet'ü'l-Kürsi var ya, onu evinde oku. O takdirde sana hiç ne şeytan ne başkası yaklaşamaz" der. (Ebu Eyyub yine salar) ve Hz. Peygamber (sav)'e gelir. Rasulullah (sav): "Esirin ne oldu?" diye sorar. Olup biteni haber verince: "(Hayret), yalancı olduğu halde bu sefer doğruyu söylemiş" buyurur." Tirmizi, Sevabu'l-Kur'an 3, (2883)
DEFİNE VE CİN BAĞLANTISI
Define işleriyle uğraşan kimselerin merak ettiği ve endişelendiği konulardan biri de cinlerin define ve gömülerle ilgilerinin olup olmadığıdır. Cinler maddi varlıklar olmadığından maddi şeylere de önem vermezler. İnsanlar arasındaki mal-mülk, servet kavgaları ve savaşları cinler arasında yoktur. Belki kavgaya sebep olacak olayları kışkırtma yönünde insanların arasını bozan hileleri vardır. Zira insanlar arasında kin ve düşmanlık tohumları saçmak ve onları birbirine düşman hale getirmek onların en belirgin özelliklerindendir. Kavga eden iki kişi ya da kişiler arasında muhakkak cinler bulunmaktadır. Cinler vurup kırmasa da kavgayı kızıştırmada kişilere fit vermektedirler. Bazen bu fit o kadar ileri gider ki kişi davranışlarını kontrol edemez hale gelir. Bu hale de "cinnet geçirmek" denir. Yani kendi şuur ve iradesiyle değil, cinlerin emir ve talimatıyla hareket etme hali demektir. Bu bakımdan kişinin kendisini, şuur ve iradesi dışına götürecek zihinsel düşünce ve dürtülere yer vermemesi en akıllıca davranış olacaktır.
Bu sebeple cinler bir takım tılsım, sihir ve büyüler kullanılarak define ve gömülere muhafız olarak görevlendirilebilirler. Tesirleri de ancak bir sihir ve büyü etkisinde olabilir. Maddi bir etkiden ziyade manevi bir zararın ortaya çıkmasına vesile olurlar. Bundan dolayı define arayanlar gerekli manevi desteği yanlarından ve zihinlerinden eksik etmemelidir.
Bu konuları müstakil başlıklar halinde ele alacağız ve sizleri aydınlatmaya gayret edeceğiz. Tabi ki cinlerin marifetleri bu kadarla bitmiyor. İleride diğer marifetlerini de hep birlikte göreceğiz, inşallah.
TILSIM
TILSIM:
"Gizli bir kuvvet taşıdığına, tabiatüstü gücü bulunduğuna ve birtakım sırlar sakladığına inanılan, genellikle de tabiatta bulunan maddi şey" demek olan tılsım bütün toplumlarda ilgi uyandırmaktadır. Gerçi tılsım karşılığında bizim toplumumuzda sihir, büyü, efsun kelimeleri kullanılmakta ise de bunlar birer mecazî anlam ifade etmektedir. Zira tılsım, olağanüstü gücün kendisinde bulunduğuna inanılan yapılmış veya tabii bir nesne veya eşyadır.
Tılsım gümüş, altın benzeri değerli metallerden yapıldığı gibi, mücevherlerden, deniz kabuklarından, çeşitli taşlardan, ağaçlardan da olabilir. Anadolu folklorunda ise tılsım genellikle büyünün etkisini sağlayan bu türden araçları ifade eder. Define gibi gizli şeyleri bulmak, kapalı yerleri açmak için ehlinin kullandığı sözler veya vasıtalar da bu kategoride yer alır (Meydan Larousse, XIX, 11508). Bulaşıcı hastalıkların tesirini önlemek ve insanlarla hayvanların kötülüklerinden korunmak ve korkmamak için de tılsım yapılır (M.Z. Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri Sözlüğü, 111, 494).
Tılsımlar, genellikle insanları ve varlıkları koruduğuna veya uğur ve şans getirdiğine inanılan tabii varlıklar veya insan eseri olan nesneler, olarak da tanımlanabilir. Tılsımları insanlar bizzat kendileri üzerlerinde taşıya bilecekleri gibi, tesirli olması istenen arazi, dam çatısı, vb. yerlerde de saklayabilirler. Bu tılsımlar define ve mezarların korunması için de kullanılan bir inancı beraberinde getirmiştir. İnsan yapısı olan bu tılsımlar, daha çok hayvan veya eşyaların küçük modelleriyle, üzerinde dinî yazılar bulunan madalyonlar ve yazılı kâğıtlardan oluşur. Kurşun gibi bazı metallerin ve özellikle muskaların tılsım olarak kullanılması da çok bilinen bir yöntemdir.
Batıl dinlerde olduğu gibi semavi dinlerde de tılsıma yaygın bir şekilde yer verilmektedir. Hıristiyan dünyasının kutsal olarak kabul ettiği haç ve benzeri semboller Hıristiyanlarda birer tılsımdır. Hıristiyan halkın birtakım bâtıl inançlarından kaynaklanan tılsım inancı da sihir, büyü ve efsunla beslenmektedir.
Yahudilikte uygulanan tılsım çeşitleri Hıristiyanlıktan çok daha yaygındır. Zira tılsımı öğretmekle görevli melekler Harut ve Marut Hz Musa'nın (A.S.) kavmine gelmişlerdi. Yani Yahudiler bu işi öğrenenlerin ilkleriydi.
Yahudiler, Hz. Süleyman devrinden kalma sihirle ilgili rivayetlere uydular. Oysa Hz. Süleyman sihirbaz değildi. Şeytanlar ise insanlara vesvese veriyorlardı ve sihri onlara öğretiyorlardı. Sihir iyice yaygınlaştı. Allah (c.c) bunun üzerine Bâbil'e, melek tabiatlı Hârut ve Mârut'u gönderdi. Bazı yahudi büyükleri bunlara uydular. Hârut ve Mârut sihri, kötü gayelerle kullanmak için değil, sihir ile mucize arasındaki farkı anlayabilmeleri için öğretiyorlardı ve öğretmeden önce de onları ikaz ediyorlardı. Ancak onların ikazları, sihri öğrenmek isteyenler tarafından dikkate alınmadı ve onu kötü gayeleri uğrunda kullanmaya başladılar.
Geç dönem Kabalacılarının tılsıma büyük ilgi göstermelerinin sebebi de budur. Bundan dolayı tılsım hazırlamak hahamların görevleri arasında yer almıştır. Nitekim lohusaya zarar verdiğine inanılan Lilit'ten korumak için doğum odasına tılsımlı eşyalar asılması, Yahudi toplumlarında hâlâ yaygın bir gelenek olarak varlığını sürdürmektedir (Ana Britannica, XX, 619).
Türk toplumlarında tılsım ve tılsıma benzer uygulamaların mazisi İslâm öncesine kadar uzanır. İslâm'dan sonraki dönemlerde ise eski İran, Mezopotamya ve Mısır kültürlerinin tesiriyle tılsım az da olsa varlığını sürdürmüştür (Dinler Tarihi Ansiklopedisi, İstanbul, 1976, III, 606).
Anadolu'da tılsım ve tılsıma benzer uygulamalar, Hıristiyanlık, Yahudilik, eski putperest dinler ve komşu kültürlerin tesiriyle varlığını sürdürmektedir.
CİN-TILSIM İLİŞKİSİ
Cinlerin yapısal özellikleri içinde görünmezlik, çeşitli şekillere girebilmek, etkili bir güce sahip olmak ve kısa zamanda birçok işi yapabilme gibi yetenekleri vardır. Bunun için de cinler çeşitli hizmetlerde kullanılmaktadır. Uğur getirme, şans getirme, kişileri koruma, eşyaları ve define gibi değerli varlıkları koruma görev lerinin bunlara verildiği, gücün de bunlardan geldiği, gibi ikna edici telkinler yapılmaktadır.
Cinlerin yaptıkları veya cinlere yaptırılan işlerin sihirden başka bir şey olmadığı, gaipten haber verme gibi bir yetkilerinin bulunmadığı, sadece yitik ve saklı eşyaların durum larını, verilen izinle bilebilmelerini ise bir tılsım gibi algılamak mümkündür.
İSLÂM VE TILSIM
İnsanları saptırmak ve Allah'tan uzaklaştırmakla görevli şeytan ve onun yardımcıları, Allah'ın gücünü inkâr edip, bir takım maddelerde sonsuz bir gücün varlığını insanlara telkin ederek, o basit şeyleri asıl güç sahibi olarak göstermektedir. İşte inançları zayıflatarak insanları bu şekilde kandıran şeytan, tılsım kavramını da böylece onların beyinlerine yerleştirmiştir. Artık insan, yapısında hiçbir gücü olmayan ruhsuz, aciz varlıklara büyük bir güç isnat etmeye başlamış ve asıl güç sahibi Allah'ı unutmuştur ya da O'nu geri plana itmiştir. Şeytanın istediği de budur. Putperestlik ve batıl inançlı dinlerin çıkıp yayılması da böyle olmuştur. (Şeytan da) "Yemin olsun ki mutlaka onları saptıracağım ve her durumda onları kuruntulara düşürüp, olmayacak kuruntularla (boş ve dipsiz emeller hurafelerle) aldatacağım. Mutlaka onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar ve yine mutlaka onlara emredeceğim de Allah'ın yaratmasını (yarattığı şekli ve yarattıklarının amaçlarını da) değiştirecekler." (dedi). Ve her kim de Allah'ı bırakıp şeytanı dost edinirse, şüphesiz açıktan açığa bir zarara düşmüş olacaktır!" (Nisa,119)
Yukarıdan beri incelemeye çalış tığımız tılsımın dinsel bir yapı gibi algılandığı görülmektedir. Hâlbuki bunun ilâhi bir yönü olmadığı, aksine dinin yasakladığı bir kavram olduğu gerçeği ile karşılaşırız. Bu sebeple tılsımı dinden uzak tutmak ve onu din ile karıştırmamak gerekir. Tılsım ile tılsımdan sonra ortaya çıkacak durum arasında bir sebep-sonuç ilişkisi bulunmaktadır. Buna rağmen, her dinden insanın tılsım ve tılsıma benzer uygulamalardan medet ummaları cidden düşündürücüdür.
İslâm tılsım yapılmasını da, tılsıma inanılmasını da yasaklamış, medet umarak onu meslek edinmeyi ise kâfirlik saymıştır.
Bakara Suresi, 102 :
102. Süleyman'ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil'de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız, demeden hiç kimseye (sihir ilmini) öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekden, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah'ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların (ona inanıp para verenlerin) ahiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı! *
Ayrıca İslâm, tılsımın mucize ve keramete benzetilmemesine de özen göstermiş, onu müşrik ve kâfirlere özgü bir faaliyet olarak değer lendirmiştir. İslâm'a göre tılsım, Allah'tan gelen bilgilere dayanmaz. Yani Rahmanî bir şey değildir. Aksine Kur'an-ı Kerîm, tılsım ve ona benzer faaliyetleri bâtıl ve şeytan işi saymış, "sâhir" sözüyle de büyü ve tılsım yapanları kastetmiştir (Âraf, 109, 113; Tûr, 15; Hicr, 14-15). Hz. Muhammed'e (S.a.v.) gelen ilâhî vahye inanmayanlar ona sihirbaz, büyücü ve tılsımcı iftirasında bulunmuş ve sözlerini de sihir saymışlardır (Müddessir, 24).
Hz. Peygamber, yedi büyük günahtan birincisinin Allah'a şirk koşmak olduğunu açıklamış, ikincisi de "sihir ve tılsımla ilgilenmektir" buyurmuştur. (Riyaz-üs-Salihîn, 3/184)
Genellikle ilâhiyat ve sosyoloji ile ilgilenen bilginlere göre tılsımın tesiri daha çok psikolojiktir. Halk tılsımla ilgili söylenti ve telkinlere inanır, bir etki de görünce onu yapan kişiye bağlanır ve âdeta onun müşterisi olur.
Kur'an-ı Kerîm ve Hadis-i Şerif'ler, Allah'ın iradesi dışında hiç kimsenin kimseye fayda veya zarar vermeyeceğini defalarca vurgulamış, tılsım yapan kişide olağanüstü bir güç bulunduğuna inanmayı kesinlikle reddetmiştir.
"Ey iman edenler, içki, kumar, putlara sunulan şeyler ve fal okları, şeytana ait pis işlerden başka bir şey değildir. Bunlardan uzak durun ki felah bulasınız" (Mâide, 90). "Elindeki değneği ortaya at, onların yaptıklarını (sihri) yutacaktır. Çünkü onların yaptığı sihirbaz oyunudur. Büyücü ise nereye varırsa varsın, hiçbir yerde iflah olmaz (Tâhâ, 69).
Kâinatta olan her şey Allahın dilemesiyle olur. Onun izni olmadan bir yaprak dahi kımıldamaz. Uğur ve uğursuzluk diye bilinen şeyler de O'nun yüce kudreti ve iradesi altında meydana gelen hadiselerdir. "Şu da var: Allah dilemedikçe, hiçbir şey dileyemezsiniz; çünkü her şeyi bilen, hikmet sahibi ancak Allah 'tır" (İnsan 30).
"Allah dilemedikçe, ben kendime ne yarar ne de zarar verebilirim" (Araf 188); "Âlemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dile yemezsiniz" (Tekvir, 29).
"...Sizin uğursuzluğunuz sizinledir (kendinizdendir)" (Ya'sin, 19).
Resûlullah (S.A.V.) "Uğura inanmak şirktir" buyurur (Müslim).
TILSIM VE TİCARET
Tılsım ve uğur olarak kabul edilen pek çok şey, sanatkâr ve tüccarlar için de bir geçim kaynağı olmaktan öte bir şey ifade etmez. Vitrin ve tezgâhlarda müşteri bekleyen bu tür malzemeler, bulunduğu yerde hareket etmekten bile aciz ruhsuz, cansız varlıklardır.
Ne var ki tılsım fikrinin ortaya çıkmasından bu yana, tısım mal zemeleri, birilerinin gelir kaynağı olmuş, bir takım zavallı insanlar da onların maddi çıkarlarını sağlayan sağmal varlıklar olarak görülmüştür. Zamanla da bu faaliyetler bir sektör haline dönüştürülmüştür.
Bugün bunların üretiminde çok sayıda fabrika ve atölye işlemekte, pek çok sanatkâr değişik stillerde tılsım tasarımları ortaya koymakta ve bunlar müşterilerine şans ve uğur (!) getirmektedir.
Şurası da bir gerçektir ki bu tılsımlar eski medeniyetler döneminde, aynı zamanda, bir simge, bir işaret olarak kullanılmıştır. Mezarlarda, madenlerde, zenginlerin veya eşkıyanın sakladığı define ve gömülerin belirlenmesinde, büyük ölçüde bu işaretler kullanılmıştır.
TILSIMIN YARARLARI VE ONDAN KORUNMA YOLLARI
" Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır" (En'am Sûresi, 59).
Kur'an-ı Kerimdeki bu ayet, Allah'ın bilgisi dışında hiçbir şeyin olamayacağını, her şeyin O'nun bilgisi dâhilinde olacağını, dolayı sıyla onun izni ve iradesi bulunma dıkça hiçbir şeyin hareket bile edemeyeceğini, açıkça ifade ediyor. Yukarıda da bu konuyla ilgili bazı ayetlerin meallerini vermiştik. Bunlardan anlıyoruz ki her şey Allah'ın takdir ve bilgisi ile olmaktadır.
Tılsımlar, ona inanan kişiye görünürde, bir moral aşılasa da, umduğunu bulamayana da moral çöküntüsü olmaktadır. Dolayısıyla tılsımın yarar veya zararı, kişiden kişiye değişmektedir. Yani görecelidir. Bu durumda gerçek olan bir şey varsa o da, iman duygusunun o kişilerde gittikçe kaybolmasıdır.
Öyleyse yapılacak en doğru hareket, her şeyi Allah'tan istemek, sebeplere sarılmak ve sonra da Allah'a tevekkül etmektir. Allah dilerse bize istediğimizi verecektir. Elbette bu durumda da Allah bizim konumumuza, O'na bağlılığımıza ve kulluğumuza göre takdir edecektir. Bu da, O'nun lütuf ve keremidir. Verir veya vermez, alır veya almaz.
Bir de şu ayet-i kerimeye çok dikkat ediniz: "Her ne zaman şeytandan sana bir vesvese gelecek olsa, hemen Allah'a sığın. Çünkü o duaları işitip cevap verir ve her şeyi bilir." (A'raf Sûresi, 200).
Tılsımla ilgili talepler, şeytanın vesvesesi yani fısıltılarıdır. Onun insan üzerinde oynadığı bir oyundur. İşte böyle bir durumda yapılacak iş hemen Allah'a sığınmaktır. "E'ûzü billâhi mineş-şeytânir-racîm." (Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım) cümlesini söylemek bu sığınmanın en kısa şeklidir. Her bir işe başlarken bunu söylemek ve sık sık tekrarlamak, sonra "bismillah, tevekkeltü alâllah, lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" demek, hem işlerin sağlıklı olmasına hem de tehlike ve kötülüklerden korunmasına vesile olur inşallah.
Kendisine tılsım yapılan kişiye gelince, bunun tesirinden kurtulmak için Hz. Peygamber'in (S.A.V.) yaptığı ve tavsiye ettiği gibi İhlâs, Felâk ve Nâs sûrelerini üç kere okuyarak bütün "bedenine üflemelidir. Bu hareketin üfürükçülükle bir ilgisinin bulunmadığını, aksine Kur'an-ı Kerîm'den şifa ummaya dayandığını belirtmekte fayda vardır. Bunlara "istiâze" (sığınma) duaları denir. Bunlarda her türlü musibet, kötülük ve belâlardan sadece Allah'a sığınıldığı ifade edilmektedir. Yani yegâne güç ve kudret sahibi olan Allah'a sığınma vardır.
Bununla ilgili olarak ileride daha geniş bilgi ve örnekler verilecektir.
Felak suresi:
قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِۙ ﴿١﴾ مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَۙ ﴿٢﴾ وَمِنْ شَرِّ غَاسِقٍ اِذَا وَقَبَۙ ﴿٣﴾ وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِۙ ﴿٤﴾ وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ ﴿٥﴾
Meali:
Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla
1- De ki: Sabahın Rabbine sığınırım.
2- Yarattığı şeylerin şerrinden,
3- Karanlığı çöktüğü zaman, gecenin şerrinden,
4- Düğümlere üfleyip büyü yapan büyücülerin şerrinden,
5- Ve haset ettiği zaman, hasetçinin şerrinden (sığınırım).
Nâs suresi
قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِۙ ﴿١﴾ مَلِكِ النَّاسِۙ ﴿٢﴾ اِلٰهِ النَّاسِۙ ﴿٣﴾ مِنْ شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِۙ ﴿٤﴾ اَلَّذ۪ي يُوَسْوِسُ ف۪ي صُدُورِ النَّاسِۙ ﴿٥﴾ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ ﴿٦﴾
Meali:
Rahman ve Rahîm Allah'Adıyla
1- De ki: İnsanların Rabbine,
2- İnsanların yegâne Hükümdarına,
3- İnsanların İlâhına sığınırım.
4- O sinsi şeytanın şerrinden.
5- O ki insanların kalplerine vesvese verir (fısıldar).
6- O şeytan cinlerden de olur, insanlardan da olur.
Mü'minun suresi
وَقُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاط۪ينِۙ ﴿٩٧﴾ وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ ﴿٩٨﴾
Meâli:
Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla
97. Ve de ki: Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım!
98. Onların yanımda bulunmaların dan da sana sığınırım, Rabbim!
SİHİR
SİHİR denilen sihirli kelime edebiyatla ilgili kimselerin sıkça ve yerinde kullandıkları bir sözcüktür. Özellikle de masal dünyasının vazgeçilmezidir.
Masallar, "Bir varmış, bir yokmuş" tekerlemesiyle başlayıp "cinler ve periler" ile devam eder, sihirler ve sihirli olaylar anlatılır, sonunda da gökten "üç elma düşer" ve masal mutlu bir sonla biter. Yalniz bütün bunlara "masal" deyip geçmek yanlış olur. Zira bunlar masallarda yer aldığı gibi gerçek hayatta da kullanılan gerçek olaylardır. Bizim özerinde duracağımız sihir gerçek hayattaki sihirdir.
SIHIR NEDIR?
Sebepleri belli olmayan bir incelikle yapılan ve ortaya çıkan bir olgu, bir eylemin adıdır sihir.
İnsanları hayrette bırakan, olağan üstü olduğu izlenimini veren, tabiattaki gizli güçlerin yardimiyla yapılan ve insanlar üzerinde bir etki meydana getiren işlerdir.
Sihirde gerçekler örtülür, başka bir hüviyet, başka bir olay ortaya çıkar. Kişi gerçeği gerçek olarak değil, onun yerini alan bir hayal olarak algılar, gerçekmiş gibi etkilenir.
Sihir yapana sahir ya da sihirbaz denir. Belli bir maksada yönelik olarak yapılan sihir sebeplerin gizli olmasi, üçüncü kişilerce bilinmemesi nedeniyle olağan üstü görülür.
Islamın temel kaynağı olan Kur`an-i Kerime göre sihir isanlık tarihinin çok eski devirlerinde ortaya çıkmış ve insanlara öğretilmiştir. Ancak burada sihrin insanı küfre götüren ve yolundan saptıran bir iş olduğu da açıkça belirtilmektedir. Söz konusu ayette olay şöyle ifade ediliyor:
"Süleyman'ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil'de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız, demeden hiç kimseye öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekden, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah'ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların ahiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!"
(Bakara Suresi /102)
(Bakara Suresi /102)
Ayet-i Kerime bize konuyla ilgili olarak kisaca su dersleri veriyor:
a) Yüce Allah, peygamberlerini inkarcılara karşı güçlendirmek üzere, mucizeler yaratarak onların risaletini desteklemiştir. Ne var ki hemen bütün peygamberler bu mucizeler karşısında inkarcılarca, sihirbazlıkla itham edilmişlerdir. Ayet-i kerimede zikredilen Hz. Süleyman'a (as) da hayvanların dilinden anlama, rüzgarlara hükmetme, cinleri emrinde calıştırma gibi özel kabiliyetler verilmiştir. Bunlarin bir insan tarafindan yapılması insanlarca mümkün görülmediğinden onun bu mucizelerini de sihir olarak yorumladılar. Halbuki bu düşünceler şeytanların onlara fısıldadığı uydurma fikirlerdi. Sihir ile mucizeyi birbirine karıştırmamak gerekir. Sihirde gizlilik varken, mucizede açıklık ve gerçeklilik vardır. Peygamberin gösterdiği mucizedir. Mucizeler de ancak Allahın izni ile gösterilebilir. Peygamberlerin kendiliklerince yaptıklari işler değildir.
Bunu açıkça bildiren ayetlerden bazıları şunlardır:
"Andolsun ki, Biz senden önce de peygamberler gönderdik; onlara da eşler ve çocuklar verdik Allah' ın izni olmadıkça bir mucize getirmek, hiçbir peygamberin haddi değildir. Her ecel için bir yazı vardır." (Rad Suresi, 38. Ayet). "Peygamberleri onlara: "Evet biz de ancak sizin gibi bir beşeriz, fakat Allah kullarından dilediğine nimetini lütfeder ve Allah'ın izni olmadıkça size bir mucize ve delil getirmek bizim haddimiz değildir. Ve müminler artık Allah'a dayanıp güvenmelidir." (İbrahim Suresi
11. Ayet). "Yemin olsun ki, Biz senden önce de nice peygamberler gönderdik; onlardan kimini sana anlattık, kiminden ise bahsetmedik. Hiçbir peygamber, Allah'ın izni olmadan bir mucize getiremez. Allah'ın emri gelince de hakkaniyet ile hüküm verilir ve batıl bir dava peşinde koşanlar (var ya) işte onlar burada hüsrana düşeceklerdir." (Mümin Suresi,78. Ayet).
(Mumin Suresi,78. Ayet).
Hz. Süleyman (as) Allah'ın izni ile mucizeler getirmiş ve bunun sürekli olabileceğini da göstermiştir. - Nitekim bugün Kur'an-i Kerim de bu sürekliliğin canlı bir örneğidir.- Hâlbuki sihir, devamlılık göstermediği gibi, ancak etkilendiği kişilerce varlığı bilinen bir eylemdir.
Bu sebeple Hz. Süleyman'ın (as) sihir gibi kötü bir fiili işlemesi mümkün olmadığından kâfir olması da mümkün değildir. Bunlar tamamen şeytanın öğretisi ve uydurması iftiralardır.
b) "Şeytan ve ona tabi olanlar ise, sihir öğrettiğinden, yaptığından veya yaptırdığından ve batılı gerçekmiş gibi göstermeğe çalıştığından dolayı, "hakkı gizleyip örten", anlamında, "kâfir olmuşlardır."
c) Sihir ve büyü ilim ve bilgisi, Allah'ın izni ve görevlendirmesi ile Hârut ve Mârut isimli iki meleğe indirilmiştir. Bu iki melek insanları uyararak "yanlış bir inanışla, yanlış bir yolda kullanarak sakin kâfir olmayın, çünkü bu bir imtihandır" demedikçe bu ilmi kimseye öğretmemişlerdir. Oysa şeytanlar, insanları buna teşvik etmişler, meleklerden öğrendiklerini, karı ile kocasının arasını ayırarak aileleri parçalamak, sosyal yapıyı değiştirip yıkmak amacıyla insanlara ve cinlere öğretmişlerdir. Öyleyse bu yönde yapılan sihir ve büyü şeytan işinden başka bir pislik değildir. Nitekim ilk çağlarından buyana sihir ve büyü aileler üzerine yapılmıştır. Bu yüzden nice yuvalar yıkılmış, nice manevi hastalıklar, maddi rahatsızlıklar yaşanmıştır. Haset, kıskançlık, kin ve düşmanlıklar ayyuka çıkmıştır. Dostu düşman, düşmanı dost bellemiştir.
d) Sihir ve büyü yapanlar Allah'ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezler. Hâlbuki şeytanların öğrettiği o pis işler, ne kedilerine, ne de başkalarına hiçbir fayda getirmez. Ama yaptıklarının zararı tamamen kendilerine döner.
Yaptıkları her iş Allah'ın iradesi doğrultusunda olan peygamberler bile Allah'ın izni olmadıkça yarar ya da zarar sağlama konusunda bir yetki ve güce sahip değillerdir.
"De ki: "Ben kendi kendime Allah'ın dilediğinden başka herhangi bir yarar ya da zarar sağlamaya malik değilim. Eğer ben bütün gaybı bilseydim, daha çok hayır yapardım ve kötülük denilen şey yanıma uğramazdı. Ben ancak iman edecek bir kavmi uyarmak ve müjdelemek için görevli bir peygamberim." (Araf Suresi, 188. Ayet) " Doğru (söylüyor) iseniz bu vaad (azap) ne zamandır? Diyorlar. De ki: "Ben kendime bile Allah'ın dilediğinden başka ne bir zarar ne de bir menfaat verme gücüne sahip değilim." Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman da, artık ne bir saat geri kalırlar ne de ileri giderler. (Yunus Suresi, 48-49. Ayet).
O halde sihirbazların yaptıklarında da, Allah'ın izni dışında, bir zarar beklenmesi düşünülemez. Allah neyi takdir ve irade etmişse ancak o olur.
Nemrut'un adamları, Hazreti İbrahim'i (as) yakmak üzere ateşe attıklarında, o her şeyi yakıp kul eden ateş, ona bir zarar verememişti. Çünkü Allah Teala, ona zarar vermemesi için ateşe serin ve emniyetli olmasını emretmişti. Kur'an-i Kerim bu olayı şöyle anlatır:
"(Nemrut'un yakınlarından bir kısmı) Eğer iş yapacaksanız, yakın onu da tanrılarınıza yardım edin! Dediler. (Biz) Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol!" dedik. Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna getirdik." (Enbiya Suresi, 68-70)
Böylece gerçekten zarara uğrayanlar kendileri oldular.
e) Sihri satın alanlar, yani bunun alış verisini yapanlar, bir başka ifadeyle, bir menfaat karşılığı sihir yapan ve yaptıranlar, bundan bir şey elde edemeyeceklerini, ahi rette de hiç bir kazançları olmayacağını çok iyi bilirler.
Gerçekten de bakıldığında, yaptıkları sihirlerle birçok şeyi değiştirmiş gibi göstermeyi becerenler, kendi hayatlarına hiç bir olumlu katkıyı sağlayamamışlardır. Aksine, korkaklık, ürkeklik ve sefalet denebilecek bir hayatin içindedirler. Çünkü gittikleri yol yanlış, tuttukları dal zayıf, sığındıkları liman susuz; kendileri de aciz ve zavallıdırlar. Allah'ın emirlerine kulakları tıkalı, gözleri kör, kalpleri de kapalıdır. Hâlbuki Allah'ın emirleri ve tavsiyeleri açıktır. Şöyle ki:
"Ve Allah dışında, sana fayda ve zarar veremeyecek şeylere perestiş etme (tapma)! Eğer bunu yaparsan o zaman hiç şüphesiz sen kendine zulmedenlerden olursun! Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O'ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O'nun keremini geri çevirecek de yoktur. O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Ve O bağışlayandır, esirgeyendir. De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden Hak (Kur'an) gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için gelecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin üzerinize vekil değilim. (Sadece tebliğ etmekle memurum). (Yunus Suresi, 106-108) (İbrahim) dedi: "O halde Allah'ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar vermeyecek nesnelere mi tapıyorsunuz?" (Enbiya Suresi, 66).
İşte bu sihirbazların dünyada bundan bir kazançları olmadığı gibi ahirette de hiçbir nasipleri olmayacaktır. Bunların yaptıkları sihir ve büyüler bu kadar bereketsiz ve nasipsizdir.
Kendilerine fayda vermeyen, hatta zararlı bir duruma düşüren sihir ve büyüden iyilik beklenebilir mi? Bu isler ne kotu islerdir. "Keşke bunu anlasalardı." O zaman bırakın sihir ve büyü yapmayı, yapanlara bile engel olur, onlarla yaka-paça mücadele ederlerdi.
SİHİR ÇEŞİTLERİ
T.Fikret AKTAN
SİHİR ÇEŞİTLERİ
Genel olarak bakıldığında sihrin değişik şekillerde ele alındığını görürüz. Bunlardan bir bölümü aslında konumuz dışında kalan ve bizi fazlaca ilgilendirmeyen sanatsal sihirlerdir. Bunlar:
1-Tahayyülât, yani gözü yanıltmak ve el çabukluğu denilen sihirlerdir ki, bunlara sihirden ziyade hokkabazlık ve şa'beze adı verilir. Bunun esası duyuları aldatmadır. Bu tıpkı vapurda ve trende giderken sahili hareket ediyor gibi görmeye benzer. Buna Arapça "ahız bil'uyûn", bizim dilimizde de "göz bağcılık" denilir. Bununla beraber göz bağcılığın daha gizli birtakım ruhî etkiler ile de ilişkisi olabilir.
2-Hiyel-i sanayi ile yapılan, aletlerden istifade ederek acayip şeyler göstermek suretiyle ortaya konan sihirdir ki, Firavun'un sihirbazları böyle yapmışlardı. Rivayet olunduğuna göre, bunların ipleri, değnekleri cıva ile doldurulmuş, altlarından ısı verilince veya güneşin etkisiyle ısınmaya başlayınca ısınan ipler ve değnekler hemen harekete geçip kaymaya ve yürümeye başlarmış. * ("...Bir de baktı ki, Büyüleri sayesinde ipleri ve sopaları, kendisine gerçekten koşuyor gibi görünüyor."
(Taha Suresi /66) )
Zamanımızda fen ve tekniğin gelişmesi, gerek mekanik, gerek elektronik açıdan bunlara birçok misaller vermeye elverişlidir.
Sinemalar bunun çok canlı bir misalidir. Bunların halk üzerindeki hayalî olan etkileri bir sihir tesirinden daha az değildir. Hele işin aslını bilmeyenler için...
3-Ecsam (cisimler) ve edviyenin, yani birtakım kimyasal maddelerin ve ilaçların kimyevî özelliklerinden yararlanarak yapılan sihirlerdir.
Bu sihir çeşitlerinin maddi sebepleri bilinebilmektedir. Zira bunu yapan kişi bazı bilimsel hileleri kullanarak bunları uygulamaktadır ki aslının neler olduğu kendisi ve bu konunun uzmanları tarafından bilinmektedir. Nasıl ve niçin’leri izah edilebilir. Bu türden sihirler hiçbir zararı olmayan sihirledir. Eğlence kabilindendir. Çeşitli şov ve eğlence programlarında, sihirbaz veya hokkabaz denilen kişilerin yaptıkları gösteriler bunlardandır.
İkinci bir grup sihir çeşidi vardır ki asıl konumuzu ilgilendiren sihir çeşidini oluşturur. Bunları da şöyle sıralamak mümkündür:
1- "Gildânî Sihri" ki, semavî kuvvetlerle yeryüzüne ait güçlerin karışımı yoluyla meydana getirildiği söylenen ve tılsım adı verilen şeylerdir. Gildânîler eski bir kavim olup, yıldızlara taparlar ve bu yıldızların kâinattaki olayları yönetip yönlendirdiğine, hayır ile şerrin, mutluluk ile bedbahtlığın bunlardan kaynaklandığına inanırlardı. (Bugün, astroloji adi verilen, yıldızlardan fal bakma hezeyanlarının kaynağı buna dayanmaktadır). Bunların tılsım adı verilen bazı acayip şeyler yaptıkları söylenmektedir.
2- Evham sahiplerinin ve kuvvetli kişilerin sihirleridir. Bunlar öyle sanırlar ki, insanın ruhu terbiye ve tasfiye ile kuvvetlenir ve tesir gücünü arttırır. İdraki, gizli kapalı şeyleri algılayacak derecede gelişir, iradesi de kendi dışında birtakım olayları etkileyecek derecede güçlenir. O zaman istediği birçok şeyleri yapar, eşyada, canlılarda ve diğer insanlarda kendi bedenindeki gibi tasarruf eder.
3- Ervah-ı ardıye (cinler)den yardım görme yoluyla yapılan sihirdir ki, azâim ve cincilik dedikleri şey budur.
4- Ta'lik-i kalp (kalbi çelme) suretiyle yapılan sihirdir. Sihirbaz şarlatanlık yaparak, türlü türlü övünme ile kendini satarak, muhatabını kendine çeker, bir ümit veya korku altında onun kalbini çeler, kendine bağımlı kılar, duygu ve düşüncelerine etki ederek, telkin altına alır ve yapacağını yapar.
5- Nemmamlık (koğuculuk), gammazlık (fitnecilik) gibi el altından yürütülen gizli fitne ve tezvirat; akla, hayale gelmez bozgunculuk, vasıtalı veya doğrudan tahrikler ve aldatmalar ile yapılan sihirdir ki, halk arasında en bol ve en yaygın kısmı da budur. *
Şeytan ve cinlerin aracılığıyla yapılan ve Allah'ın yasak ettiği sihir çeşitleri bunlardır.
Yeri gelmişken sihir ile Mucizenin benzerlik ve farklılığını ortaya koyan Ta-Ha Suresinin ilgili ayetlerini yorumlayan bir bölüm aktarmak istiyorum. İlgili ayetler şunlar:
"Dedi ki: "Ey Musa, sen sihrinle bizi yerimizden çıkarmak için mi bize geldin? O halde bilmiş ol ki, biz de sana onun gibi bir sihir yapacağız. Şimdi sen, seninle aramızda bir buluşma yeri ve zamanı belirle ki, ne senin ne de bizim caymayacağımız denk bir yer olsun!" dedi. Musa: "Sizinle buluşma vakti süs (bayram) günü ve insanların toplanacağı kuşluk vaktidir" dedi. Bunun üzerine Firavun, dönüp tedbir almaya girişti, bütün hilesini derledi topladı, sonra geldi." (Ta-Ha, 57-60)
"İlk muhatabı Hz. Kelîm olan bu ayetlerden ruhlarımıza ne nurlar ve ne sırlar akıp gelmekte. Evet, ilk önce sırlı bir Tûr hadisesi yaşamış; yani asâsının yılan olduğunu, elinin ışık saçan bir el haline geldiğini görmüş, pratik yakin ufku, potansiyel yakin ufkuyla aynı noktaya ulaşmış bu yüce Nebi'nin Rabbisine itimad ve güveni tastamamdır. Artık Firavun'un sihirbazları ne yaparsa yapsın, onları alt edeceğinden emindir. Onun için O, bir peygamber fetaneti ile meseleyi şöyle çözümler:
İşte bütün bu mülahazalarla bir bayram günü, sabahın erken saatlerinde, bütün Mısır halkı sihirbazlarla Hz. Musa arasındaki müsabakayı seyretmek için akın akın böyle bir buluşma zeminine gelirler. O dönemde sihirbazlık, çok ileri seviyede icra edilen bir meslektir.. Hem de itibar gören bir meslektir. Bu sihirbazlar, katiyyen basit, alelâde insanlar değillerdir. Bunlar zaman zaman cinlerden haber alan, ispirtizma bilen belki ibtidâi şekliyle değişik parapsikoloji kurallarına vâkıf bulunan, yani kendi dönemlerinin elit tabakası sayılan insanlardır. Dolayısıyla bunların yenilip mağlup düşmeleri ve ardından Hz. Musa'yı kabul edivermeleri, iman cephesi adına toplumda bir inkılap başlangıcı sayılacaktı.. Ve neticede de böyle olmuştu. Hz. Musa'nın eliyle zuhur eden harikaların sihir olmadığını anlayan sihirbazlar, herkesin gözü önünde Firavun'un; asacağım, ellerinizi ayaklarınızı çaprazvâri keseceğim tehditlerine rağmen iman ediverdiler." (M. Fethullah Gülen, Kur'an'dan İdrake Yansıyanlar/ Ta-Ha)
Evet, sihir mü'mini küfre götürürken, mucize de kâfiri imanın nuruyla buluşturmaktadır. Aradaki fark bu kadar açık ve nettir.
BÜYÜ VE ÇEŞİTLERİ
T.Fikret AKTAN
E. M.E. Md.-İlâhiyatçı
( 6 )
BÜYÜ
Büyü, sihrin bir başka söyleniş seklidir diyebiliriz. Ancak Büyüyü sihirden ayıran en önemli özellik, Büyünün çoğunlukla kotu amaçlı kullanılmasıdır.
Büyü bir ilim dalı olarak kabul edilir. İslam literatüründe buna "Öğrenilmesi caiz, yapılması haram olan ilim" denir. Latince Magie-Magic adini alır ve Maji olarak ifade edilir.
Büyü kelimelerin, el hareketlerinin ve gerekli materyallerin hepsinin beraber doğru şekilde kullanılarak Büyü kullanıcısının içinden gelen ve vücutsal gücü ile birleştirerek fiziksel bir etki oluşturmasıdır. Büyü sonunda oluşan enerji kaybı büyü kullanıcısının içinden bir güç ile meydana gelmesi sebebi ile yorgunluk ve bitkinlik meydana getirir ve büyü kullanıcısını bayılma derecesine kadar götürebilir. Büyüleri tekrar kullanmadan önce Büyücünün dinlenmesi ve gücünü yeniden kazanması gerekir. Bu olay bütün Büyü kullanıcıları için geçerlidir; en düşük çırağından en güçlü yüksek Büyücüsüne kadar. (Bazıları bunun Büyücülerin dünyayı ele geçirip yönetmelerine engel olması için konmuş bir kural olduğunu söyler.)
MAJİ
Majinin genelde kullanılan tanımı şöyledir: Maji, gerçekleri iradeye bağlı olarak gerektiği şekilde değiştirebilme ilmidir.
Bu tanım bazı önemli görüşleri ortaya çıkarır. Herşeyden önce bir bilim olduğu kabul edilmiş olur. Bu açıdan bakıldığında Maji, belli sonuçlara ulaşmak için belli bir sistemin kullanılmasıdır.
Yüzyıllardır pek çok kişi ve toplum bu dalda çeşitli metotlar kullanmıştır. Bunlara bir kaç örnek: Doğa majisi, seramonik maji, mumlarla maji, iplerle maji, taşlarla maji v.s.
TAŞLARLA MAJİ
Agat: Renk: Beyazdan siyaha, Gri mavi, kırmızı ve sarıdan kahverengiye
Amazonet: Renk: Yeşil mavi, beyaz ve yeşil hatlarla
Ametist: Renk: Eflatun İşlevi: Sakinlik ve ruhsal dinginlik verir, bas ve mide ağrısına karşı en iyi taştır.
Aytaşı
Citirine: Renk: Sarı, kahverengi, şeffaf. İşlevi: Konuşma yeteneğini arttırır, idrar yolu rahatsızlıklarında, yorgunluğu azaltır, neşe verir, sinirleri güçlendirir
Dağ Kristali: Renk: Süt rengi, şeffaf (cam gibi)
Kaplan Gözü
Renk: Altın kahverengi
Kehribar
Renk: Toprak sârisi, kahverengi
Kırmızı Kuvartz
Renk: Kırmızı
Lal
Renk: Koyu kırmızı, eflatun
Lapis Lazuli
Renk: Mavi içinde altın sarısı
İşlevi: Depresyon, epilepsi, korku, fobi, egzamaya karşı, beyin kanaması, uykusuzluk, kâbuslar, asabilik, alerji, tırnak yeme
Safir: Renk: mavi/gri
Sodalit: Renk: Mavi beyazlılarla
Topaz
Turmalin: Renk: Şeffaf siyahlı/ kırmızı, pembe/ pembeli yeşil/ siyah
Yakut: Renk: kırmızı. İşlevi: Yorgunluk ve melankoliye karşı, kalbi güçlendirir, ateşe, düşüklere karşı, lösemi gibi kan hastalıklarına karşı, kanın işlevini güçlendiricidir.
Yeşim
Zümrüt: Renk: Yeşil. İşlevi: kulak rahatsızlıkları, epilepsi, anlamayı güçlendirir, uykusuzluğa ve bulantıya yardımcıdır
DOĞA MAJİSİ: (BİTKİLER)
Akasya: Korunma, fiziksel gücü arttırma
Akçaağaç: Dayanıklılık, aşk, para
Anason: fiziksel güç, mutluluk
Armut: Arzu, aşk
Arpa: Aşk, korunma, tedavi
Avokado: Aşk, istek, güzellik
Badem: Para, bilgelik, negatif enerjiyi pozitife çevirme, erdirme, arzuları gerçekleştirme
Bezelye: Para, aşk
Biber: Korunma, kötülükleri uzaklaştırma
Biberiye: Anlama gücü, korunma, aşk, kötülükleri uzaklaştırma, temizlik, tedavi, uykuya geçme, gençlik gücü
Böğürtlen: Temizlik, sevgi, başarı, tedavide güç
Buğday: Bereketlilik, para
Çay (genel): Zenginlik, güç, cesaret
Chili biberi: Aşk, çalışmayı bozma (büyü)
Çilek: Aşk, mutluluk
Dişbudak:
Eğrelti otu: Temizlik büyüsü, korunma, mutluluk, zenginlik, ruhsal gençlik, sağlık
Elma: Sevgi, tedavi, bahçemajisi, olumsuzluk (kalıcılık)
Fasulye (genel): korunma, kötülükleri dışarı atma, Siğilleri yok etme, görme gücünü arttırma, güç, sevgi
Fesleğen: Sevgi, refah, korunma
Fındık: Mutluluk, bereketlilik, korunma, arzu, yıldırıma karşı, başarı
Frambuaz: Tedavi, korunma
Gül: fiziksel gücü arttırma, aşk, tedavi, tanrıçayı onurlandırma, mutluluk, korunma
Hardal: Bereketlilik, korunma, anlama gücü
Havuç: bereketlilik, arzu
Hurma: Bereketlilik, başarı
İncir: Aşk, Mutluluk, çalışmaları güçlendirici
Afrika menekşesi: Korunma, sprituellik
Kayın ağacı: Dilekleri gerçekleştirme
Kayısı: Sevgi
Kekik: sağlık, tedavi, fiziksel güç, aşk
Kiraz: Aşk, etkileri arttırır
Kori: korunma
Lavanta: Aşk, korunma, uykuya geçme, temizlik
Manolya: evlilik
Menekşe: Korunma, mutluluk, aşk, güç, arzu, dilekleri gerçekleştirme
Meşe: Korunma, sağlık, para, tedavi, güç, bereketlilik, mutluluk
Mimoza: Korunma, aşk, kehanet için görülen rüyalar
Muz: Bereketlilik, güç, başarı
Nane: Korunma, güç, temizlik, uykuya geçme, dayanıklılık, bereketlilik, dilekleri gerçekleştirme
Nilüfer: Korunma, kapanışı açma
Orkide: Aşk
Pamuk: Mutluluk, korunma, temizlik büyüsü, balık büyüsü
Papatya: Aşk, korunma
Papirüs: Korunma
Patates: Maji sembolü, tedavi
Pirinç: Korunma, yağmur büyüsü, bereketlilik, para
Safran: Aşk, hayalleri gerçekleştirme
Saray Pati: Aşk
Sardunya: Bereketlilik, sağlık, aşk, korunma
Sarımsak: Korunma, tedavi, kötülükleri defetme, heves, hırsızlığa karsı
Sedir: Tedavi, para, korunma, temizlik
Soğan: Korunma, kötülükleri uzaklaştırma, tedavi, para, arzu, kehanet için yatılan rüyalar
Söğüt: Aşk, etkileri arttırma, korunma, tedavi
Sümbül: Aşkı koruma, mutluluk
Turp: Korunma, arzu
Tutun: tedavi, temizlik
Vanilya: Aşk, arzu, anlama gücü
Yaban mersini: Korunma
Zambak: süreklilik, aşk büyülerini kırma
Zencefil: Aşk
Zeytin: Güç, özgürlük, tedavi, bereketlilik, korunma, arzu
Gazali, sihir ilmi ile ilgili olarak, "İhya-u Ulum iddin" adlı eserinin 1. cildinin 77. sayfasında şöyle diyor; "Sahibini veya başkalarını zararlandırması bakımından sihir ve tılsımat ilimleri mezmumdur." Yani onaylanmaz, makbul olunmaz. Hz. Ali de, "Halka anlayabilecek şeyleri haber veriniz, anlamaya caklarını bırakınız kendileri isterlerse araştırsınlar" derken Gazali ile aynı ortak görüşü dillendirmiştir. Sonuç şu; "Bu ilim yüksek bir ilimdir, herkes anlayamaz ve yükünü taşıyamaz."
Gazali'nin çok ilginç bir cümlesiyle maji konusunu tamamlıyorum; "Kuş eti ve bazı tatlıların memedeki çocuğa dokunması gibi, bazı ilimlerin de bazı kimselere zararlı olduğu inkâr edilemez."
İşte maji denilen ilmin de kısaca özü budur.
WICCA
Büyücülükte ortaya çıkan bir başka sistem de Wicca'dir.
Wicca Anglo-Sakson Wiccan kelimesinden türemektedir. Daha sonra Wicche olmuş, onu da Witch takip etmiştir.
Wicca ismi ile ilk olarak 890 lı yıllarda Anglo-Sakson Kral Alfred in yasalarında karşılaşırız. Wicca (vika olarak okunur) kelimesinin kökünde Hint-Avrupa wikk kelimesi bulunur. Yaygınlaşması yakin çağda olmuştur.
Büyü veya büyücülük anlamındadır. WICCA, cadılığın yakin çağdaki yaygın adı olup cadı kadınları ifade etmektedir. Ancak, cadıların kadınları olduğu kadar erkeklerinin de şeytanın müritleri ve onun komplocuları oldukları iddiası erkeklerin de bu kapsama dâhil olduğunu göstermektedir.
Peki, Cadılık nedir? Masallardan ve folklordan çıkan haliyle yaşlı, çirkin, kurbağa gözlü, uzun tırnaklı, büyük bir kazanın önünde sihirli içecekler hazırlayan kadın olarak resmedilir. Ya da süpürgesine binip, uçarak çocukları yakalayan ve onları korkutmaya yarayan bir mahlûk. Erkekler ise, insanlara büyü yapıp, gözleriyle olayları etkileyen kişiler olarak tanımlanır.
Cadılar büyü yapabilir, görünmez olabilir, geceleri süpürgeleriyle uçabilirler. Bunu dışında, vaftiz olmamış bebekleri yiyip, komşularına, köylerine veya şehirlerinin üzerlerine hastalık, olum, sefalet, fakirlik salacaklarına, bunları yapmak için şeytandan ve ev hayvanlarından yardım aldıklarına kadar bir yığın hikaye yer alır.
Wicca da kutsal bir kitap ya da uyulması geren kurallar listesi yoktur. Ama Wiccalar tarafından kabul gören bir düstur vardır ki onlar bunu bir kanun olarak uygularlar:
Kimseye (kendin de dâhil)zarar vermediğin sürece ne istiyorsan yap.
(An it harm none, do as ye will)
Genellikle kadın olarak düşünülür. Cadılara inanış, özellikle Ortaçağ Avrupa'sında pek yaygındı. Cadılar çeşitli inanışlarda geceleri dirilip insanlara kötülük yaptığına inanılan ölü olarak tanımlanır. Papa Innocent VIII. Cadı olaylarını inceletmek üzere papazlardan oluşan bir kurul oluşturur. Bu kurulun hazırladığı rapor XV. yy.' in inanç tarihi için çok önemli bir belgedir. Cadı Tokmağı (La Malleus Maleficarum, 1487) yayımlanan bu raporda söylendiğine göre, aşırı cinsel istek duyan kimi yaşlı kadınlar geceleri cadılık etmekteymişler veya bu yaşlı kadınlar, insanlar arasında yasayan ve gündüzleri niteliklerini belli etmeyip geceleyin cadılık eden yasayan ölüler (hortlak) mis.
Mağaralarda bulunan ilk cadı resimlerinin I.Ö. 30.000 yıllarından kalma olduğu düşünülmektedir. Bir ölünün hangi sebeplerle cadılaştığı da ayrı bir inanç konusudur. Örneğin, eski Türk'ler bir ölünün üstünden kedi atlarsa o ölünün cadılaşacağına inanmışlardır.
CESITLI TOPLUMLARDA BÜYÜ
Semavi kitaplarda olduğu gibi yazılı tarih kaynaklarda da büyünün hemen her devirde ve toplumda geçerlilik gösterdiğini görürüz. Bunlardan bir kısmını örnek olarak zikretmekle yetineceğiz:
Mısır'da,
Musa (a.s.)dan evvel Mısırlılar, kanunen caiz olan bir büyü kabul ediyorlardı. Bununla beraber kanunen yasak olan büyünün her türlü icra usullerini de bilirlerdi. Sihirbazların hayata ve ölüme müdahale ettiklerine, iyi veya kötü cinlerden yardım alabildiklerine ve tabiat olaylarını diledikleri gibi kullanabileceklerine inanıyorlardı.
Uzak Şark'ta,
Çinliler büyünün her türlüsüne karşı derin bir alâka besliyorlardı. Konfüçyüs'ten önceki dönemlerde Wu denilen bir tür cadı, devletin sosyal yapısında resmi bir mevki sahibi idi. Büyü usulleri arasında geleceği bilerek geleceğe ait hususları söylemeye, cinleri uzaklaştırmaya çalışıyorlardı.
Yunan-Roma'da
Görünmez kuvvetleri beşerin iradesine mahkûm kılmak sanatı, Yunan-Roma medeniyetinde Şark'ta olduğundan daha az rağbet bulmuş değildi. Yunan sihirbazları daha çok kendilerine hizmet edebilecekleri ümidiyle yabancı ilâhlara müracaat ediyorlardı. Tesalya kıtası gizli sanatlara mensup en meşhur adamları yetiştirmekle meşhurdu. Büyü, imparator Ogüstüs zamanında, büyük bir ehemmiyet kazanmıştı.
Yahudilikte,
Sihre itikat pek revaçta idi. Perileri davet etmek, şeytanları insanın iradesine mahkûm kılmak, her türlü harikalar, hulâsa medeniyette şöhret bulmuş itikatların bütünü Yahudilikte mevcuttu. Yahudiler büyü formüllerinde, eski zamanlardaki geleneklerden yahut yabancı dinlerden gelen cin ve peri isimlerini almışlardır.
Batı dünyasında,
Bütün milletlerin arşivleri tetkik olununca, büyüye müteallik bu türlü inançlara rastlanır. Keltler, Tötonlar, İskandinavlar, Finler, Doğu milletleriyle bu konuda birçok esaslı benzerlikler göstermektedirler. Bugün akıl ve mantığın ilerlemesiyle büyünün ortadan kalktığına inanmak pek cesur bir davranıştır.
TOPLUMLARDA BÜYÜ
T.Fikret AKTAN
Hemen şunu açıkça belirtelim ki büyü, tüm semavi dinlerinde yasaktır. Büyüyle ilgilenmeyi ve uğraşmayı Allah C.C. yasaklamıştır. Allah C.C. insanın iradesini kendine vermiştir. Dinimizde büyü kesinlikle yasak ve haramdır. Büyü yapan ve yaptıranları Peygamberimiz S.A.V. lanetlemiştir.
Büyücülükle uğraşanlar hangi dinden olurlarsa olsunlar; farkında olmadan veya bilerek başka dinlerin ayetlerini, kutsallarını ve adlarını büyü formüllerinde ve işlemlerinde kullanırlar. Hatta; Batıni, dinle ilgili olmayan ve dinlerde yasak olan terim ve davranışlarda da bulunurlar.
Başta, dinimizde yasak olan büyü; diğer semavi dinlerinde de yasak olduğundan ve şirke, inançsızlığa ve kötülüklere neden olduğundan büyücüler ne kadar biz şu dindeniz deseler de aslında hiçbir dine mensup değillerdir. Onların dinleri ve inançları artık büyü öğretileri ve büyü olmuştur.
Büyünün iyisi ve kötüsü olmaz. Büyü başlı başına bir kötülüktür. İyi niyetle de yapılsa, iyilik içinde yapılsa sonuçta kötülüğü doğurur. İnsanın irade gücü vardır. Bu güce, büyünün gizli kuvveti etki ettiğinde; kişide ruhi bozukluklar ve hastalıklar başlar. Böylelikle o kişiye iyilik yapılırken, en büyük kötülük yapılmış olur. Büyünün kötülüğü sayılmakla bitmez. Sonuçta büyüyü yapanda, büyü yapılanda, büyü yaptıranda fazlasıyla zarar görür.
İSLAM TOPLUMLARINDA
Sosyolojik olarak baktığımızda, Müslümanlardan bazıları büyüde Yahudilerden, Suriyelilerden, İranlılardan, Keldânîler'den ve Yunanlılardan ders almışlardır. Tütsü, tılsım, muska, cadılık, fala bakmak vs. hep oralardan gelmiştir. Müslümanlar cinlere inandıkları için bu inanç sihre inanmaya da yol açabiliyordu. Rasûlullah (s.a.s.) "isabet-i ayn"a, yılan sokması ve genellikle hastalıklara karşı rukyayı yani duayı caiz görmüştür. Fakat büyü ile Hz. Peygamber'in (s.a.s.) duası arasında hiçbir ilişki yoktur. Bir takım fal kitapları vardır ki bunların içindeki kelime ve harflerin yan yana gelmelerinden, manalar çıkarılmak suretiyle gelecek bilmeye çalışılır. Bunlar hurafe ve safsata ile dolu olan para tuzaklarıdır.
Dua İle Tedavinin Sünnete Uygun Bir Hale Getirilmesi
Cahiliye döneminde bazı insanlar, bir takım put, cin ve şeytanların isimlerini kullanarak ve bunları vasıta yaparak hastaları tedavi ettiklerini iddia ederlerdi. Avf b. Mâlik el-Eşcai'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiş. Biz cahiliyet devrinde rukye yapardık. Bilahare: Rasulullah (a.s.) "Bana rukyenizi gösterin. İçerisinde şirk bulunmadığı sürece rukyede bir sakınca yoktur" buyurdu.
Rukye, dua ile tedavi olmak demektir. İslâm akaidi açısından dua ile tedavi yöntemi olan rukye, içerisinde şirke düşürücü bir durum ve tevekkül inancına aykırı bir faktör olmadığı müddetçe yapılması caiz görülmüştür. Tabii ki burada her çeşit tıbbi yöntem uygulandıktan sonra, dua ile tedavinin olduğunu söylemeye gerek yoktur sanırım. Ancak modern tıbbın da günümüzde moral değerlerden olan duanın gerekliliğini savunmaya başlaması, hatta Amerika ve Avrupa gibi ülkelerin hastanelerinde özel din adamı kadroları ihdas edilmiş olmaları da bir vakıa olduğu unutulmamalıdır. Hz. Muhammed (s.a.v) bizzat kendisi ashabını rukye yapmaya teşvik etmiştir. Bir defasında peygamberimiz hanımı Ümmü Seleme'nin evinde yüzü sapsarı kesilmiş bir kız çocuğu gördü ve onun için:"Bunda nazar (göz değmesi) vardır. Bunun için (okutmak suretiyle) rukye tedavisi yapınız" buyurmuşlardır. Dolayısıyla göz değmesi haktır. (Böyle durumlarda "Nazar Duası" okunması da rukyedir.)
Rukye ile yapılan tedavide unutulmaması gereken önemli nokta şudur. Okuma ile tedavi etme yönteminde sihir ve büyü şaibesi olmamak kaydı şartıyla şifâ veren ancak Allah olduğuna ve devayı ona sebep kıldığını itikat etmek şartıyla tedavi ile meşgul olmada dinen hiçbir sakınca yoktur. Ama hastalıklara mutlak manada şifâ verici Allah değil de salt rukye ve ilaçtır diye itikat edilirse bu bir sapmadır. Şu cümlenin altını çizerek ifade edelim ki, rukye dindarlığın icabı, şariin emrettiği bir azimet yolu değil, nihayet bir ruhsattır.
Kur'an-ı Kerimde sihir ve büyü ile ilgili en önemli ve açık hadise Ta-Ha suresinde anlatılmaktadır. Yüce Allah insanlara bir uyarı ve ibret olması açısından olayı şöyle zikretmektedir:
56-Andolsun ki. Biz Firavuna bütün mucizelerimizi gösterdik; öyle iken o, yine yalanladı ve dayattı. 57. Dedi ki: Bizi, yaptığın büyü ile yurdumuzdan çıkarasın diye mi geldin, ey Musa? 58. Öyle ise, muhakkak surette biz de sana, aynen onun gibi bir büyü getireceğiz. Şimdi sen, seninle bizim aramızda, ne senin, ne de bizim muhalefet etmeyeceğimiz uygun bir yerde buluşma zamanı ayarla. 59.Musa: Buluşma zamanınız, bayram günü, kuşluk vaktinde insanların toplanma zamanı olsun, dedi. 60.Bunun üzerine Firavun dönüp gitti. Hilesini (sihirbazlarını) topladı; sonra geri geldi. 6l. Musa onlara: Yazık size! dedi, Allah hakkında yalan uydurmayın! Sonra O, bir azap ile kökünüzü keser! İftira eden, muhakkak perişan olur. 62.Bunun üzerine onlar, durumlarını aralarında tartıştılar; gizli gizli fısıldaştılar.
63.Şöyle dediler: "Bu ikisi, muhakkak ki, sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve sizin örnek yolunuzu ortadan kaldırmak isteyen iki sihirbazdırlar sadece." 64."Öyle ise hilenizi kurun; sonra sıra halinde gelin! Muhakkak ki bugün, üstün gelen kazanmıştır." 65.Dediler ki: Ey Musa! Ya sen at veya önce atan biz olalım. 66.Hayır, siz atın, dedi. Bir de baktı ki, büyüleri sayesinde ipleri ve sopaları, kendisine gerçekten koşuyor gibi görünüyor. 67.Musa, birden içinde bir korku duydu. 68."Korkma! Dedik, üstün gelecek olan kesinlikle sensin." 69."Sağ elindekini at da, onların yaptıklarını yutsun. Yaptıkları, sadece bir büyücü hilesidir. Büyücü ise, nereye varsa (ne yapsa) iflah olmaz." 70.Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapandılar; "Harun'un ve Musa'nın Rabbine iman ettik" dediler. 71.(Firavun) Şöyle dedi: Ben size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi! Hakikat şu ki o, size büyü öğreten ulunuzdur. Şimdi elleriniz ile ayaklarınızı tereddüt etmeden çaprazlama keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım! Böylece, hangimizin azabının daha şiddetli ve sürekli olduğunu iyice anlayacaksınız. 72.Dediler ki: "Seni, bize gelen açık açık mucizelere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Öyle ise yapacağını yap! Sen, ancak bu dünya hayatında hükmünü geçirebilirsin." 73. "Bize, hatalarımızı ve senin bize zorla yaptırdığın büyüyü bağışlaması için Rabbimize iman ettik. Allah, (mükâfatı) en hayırlı ve (cezası) en sürekli olandır." 74.Şurası muhakkak ki, kim Rabbine günahkâr olarak varırsa, cehennem sırf onun içindir. O ise orada ne ölür ne de yaşar! 75.Kim de iyi davranışlarda bulunmuş bir mümin olarak O'na varırsa, üstün dereceler işte sırf bunlar içindir. 76.İçinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan Adn cennetleri! İşte arınanların mükâfatı budur. (Ta-Ha, 56-76)
Ayet-i kerimelerden anlaşılıyor ki büyücünün hem bu dünyada hem de ebedi âlemde yaptıkları büyüleri bir işe yaramayacaktır. Aksine en büyük zararı kendisine olacaktır. Fakat yaptığı isin kötülüğünü anlar ve bundan vazgeçip tövbe ederse artik is Cenabı Hakkın takdirine kalır. Dilerse affeder, dilerse cezalandırır. Kulun böylece bağışlanacağı ümidi içinde olması uygun bir davranış olur. Çünkü bir hadis-i kutside "Ben kulumun beni zannettiği gibiyim." buyurulur. "Merhamet eden, Bağışlayan" bir varlık olarak bilinir ve öyle iman edilirse cenabı Hak onun karşısına öyle çıkacaktır.
BÜYÜ CESITLERI
Buraya kadar büyünün tanımı, varlığı, tarih içindeki evreleri ve semavi dinler ile İslam dinindeki yeri ve durumunu özetledik. Simdi de büyünün çeşitlerini ele alalım.
Büyüler yapılış amaçlarına göre üç bölüme ayrılır:
KARA BÜYÜ (Ölüme bile götüren büyü şeklidir ki En tehlikeli olanıdır.)
Amacı zarar vermek olan Kara Büyü, Ak Büyünün zıttıdır; sonuçları ölüme ve cinayete varabilir. Kara Büyücü, Allah'tan nefret eder, doğanın kurallarına karşı gelir, kendisini yüceltmek, güçlerini arttırmak için her şeyi yapar. Kara Büyü şeytanla ve ölü ruhlarla (nekromansi) bağlantılıdır. Hz. Musa’dan başlamak üzere bütün dinler bunu bir sapkınlık sayıp yasaklamışsa da, antik çağlardan beri ölülerin ruhlarını çağırıp bu sayede geleceği öğrenmeye çalışmak; "ölü falı" bakmak oldukça yaygın bir yöntemdir. Özellikle Orta Çağ büyücülüğü bununla sık sık beslenmiştir. Orta Çağ Tanrı bilimcilerinden Rabano Mauro şöyle der: "Ölü falına bakanlar, kötü duaları ile ölüleri diriltenler, geleceği öngörüp sorulara cevap vermelerini temin eden kişilerdir. Ölüleri çağırabilmek için ceset kanı gerekiyor, çünkü bu işlemlere yardımcı olan cinler kandan hoşlanırlar." Cağımızda ve günümüzde de kullanılan kara büyü en tehlikeli olan büyü seklidir.
KIRMIZI BÜYÜ
Kırmızı Büyü olumsuz amaç ve niyetleri, uygulamaları ile Kara Büyünün bir çeşidi, yandaşıdır. Bu da en gerçek ve çok tehlikeli bir büyüdür. Şeytan’ın ve kötü ruhların büyüsüdür. Kırmızı Büyü ayinlerinde kaz kullanır, kurban kesilir.
Haiti'de yaygın olan, Haitili yerliler ve melezler tarafından uygulanan Voodoo (Vudu) büyüsü en bilindik kırmızı büyüdür. Kökenleri, Afrika totemlerine varan inançlarla beslenir. Vudu Büyücülüğünde düzenlenen ayinlerde dansların, müziğini kendinden geçmelerin, kurban edilen hayvanların (kaz, horoz, karakeçi) nedeni ve amacı, adları Loas olan bazı ilkel güçleri (ölü ruhları) harekete geçirmektir. Trans haline geçen vudu rahibeleri, birer medyum gibi hareket ederek bu güçlere teslim olurlar. Vudu'ya benzer bir uygulamaya Brezilya yerlilerinin Macumba (Makumba) törenlerinde rastlanır.
Macumba, temelde cinsel büyücülüğe bağlı, erotizm içerikli bir ayindir. Vudu ayinleri daha çok mezarlıklarda yapılırken yer, Macumba ayinleri mekan olarak açık alanlar ya da ormanlar tercih edilir. Vudu'nun çok konuşulan ama kanıtlanmayan tarafı ise, Zombiler yani yaşayan ölülerdir (Zombi sözcüğü, mezardan çıkma anlamına gelir). Kara Büyüde, hipnoz ve telkin yolu ile diriltildiği söylenen bu hareket halindeki ruhsuz cesetleri yönlendirmek, Kara Büyücünün işidir.
AK BÜYÜ
Ak Büyü olumlu, iyiliğe yönelik, şifacı bir büyü türü olarak adlandırılır. Çeşitli hastalıkların iyileştirilmesi, hastalıkların önlenmesi, kari koca arasındaki soğukluğun giderilmesi, şans ve hayır getirmesi, kısmet çağırılması, kısmeti bağlananların açılması, para, mücevher, gömü, değerli mülk ve eşyaların korunması gibi durumlarda yapılan büyüler ak büyü sınıfında mütalaa edilir.
Ak Büyü ile Kara Büyü arasındaki farklılıklar sadece niyet, amaç ve formüllerle belirlenmemektedir. Bu iki büyü türünde kullanılan malzemeler tamamıyla farklıdır. Ak Büyüde ateş, altın, ayçiçeği, cıva, elma, elmas, fasulye, fildişi, gümüş, horoz, inci, incir, kurşun, kuşkonmaz, portakal, sarımsak, su, süt, sirke, tavuk, yumurta, tuz, zeytinyağı gibi, temiz malzemeler kullanılır. Kara büyüde ise ceset parçaları, idrar, kan, karga, kedi (kara), kurbağa, kurt kanı, timsah dişleri, toprak (mezarlıktan), tüy (kara tüy) yarasa (gözleri ve kanı) gibi pis ve iğrenç malzemeler büyü aracı olarak kullanılmaktadır.